Kaç zamandır aklımda olan düşüncelerimin kalemime gelmeye cesareti yok. Ya da teknolojik mânâda tuşlara dokunmak için gücümü her topladığımda, “Bir daha ki haftaya yazarım, şimdi kötümser olup da iç karartmayayım” diyorum.
İşte bugün, tam da o bir daha ki hafta. Boşa koysam dolmuyor, doluya koysam almıyor hesabı, işin içinden çıkamadım, doğrusu nedir bulamadım. Belki sizin bir fikriniz vardır.
Efendim, konunun etrafında çember çizip duruyorum gibi gelebilir fakat böyle bir konuda damdan düşer gibi de cümle kurulmaz ki, sırçalar üstünde yürüyor gibiyim. Malumaliniz başlıktan da anlaşılacağı üzere, benim (bizim) derdim(iz), “gurbette acı haber almak.” Haberi almaktan ziyade asıl can yakan, onu taşımak, karşılamak.
Bizim gurbetimiz kıt'alar ötesi, okyanuslar aşırı. Hani şöyle “ha deyince kalkıp gidilemeyecek” cinsinden kallavi bir gurbet.
Çok değil, az bir zaman önce, bir yakınımızın vefat haberini alıyoruz. Yer ile gök arası bize dar geliyor, hiçbir yere sığamıyoruz. Hangi teselli cümlesine tutunsak elimizde kalıyor. “İnna lillah ve inna ileyhi raciun” (Şüphesiz biz Allah’ınız ve O’na döneceğiz) diyebilsek de, haberi ilk karşılamadaki şoku üzerimizden atamıyoruz bir türlü. Uzaktayız çünkü, bizim gibi yakınını kaybetmiş yakınlarımıza çok uzak. Ne onlara sarılıp acıya ortak olabiliyoruz, ne de onlar bize telefonda yarım saatten fazla zaman ayırabiliyor. Geriye kalıyor 23.5 saat, dile kolay. “Vakit geçmiyor dedikleri bu olsa gerek” diyoruz.
Duâ gönderiyoruz can-ı gönülden kopan. Her an hatırlamamız gereken o soğuk kelimeyi (ölüm) boca ediyoruz başımızdan aşağı (nefsimize doğru) ve hayat devam ediyor, heryer târ-u mâr.
17 Ağustos depreminden sonra “Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” dediğimi hatırlıyorum. “Artık dünyalık ne varsa içimde, kaldıracağım hepsini bir bir hayatımdan, yalan dünyanın kıymetince değer vereceğim ona.” Bu sözlerimin ardından yıllar geçti ve ben çoktaaaan unuttum acının şiddetini. Rengârenk oyuncakların süsüne dalar gibi daldım (daldık). Şimdi her şey eskisi gibi, yani onca acıdan sonra tekrar silkelenmesek hiçbir şey değişmeyecek.
Acı haber alan bazı arkadaşlar, haberi duyar duymaz soluğu memleketinde alıyor. Arkasına bakmadan gidiyor, cenazelerine yakınlarının. Sonra vizeleri iptal oluyor. Buraya (ABD) ailesinin yanına gelemiyor. Ne kadar uğraş verse de birşey değişmiyor, Türkiye’ye kesin dönüş yapmak zorunda kalıyorlar, hayat, baştan sona yenileniyor.
Demem o ki; eğer akrabalık birinci dereceden ise söylenmeli, hem de hiç vakit kaybetmeden, yalnız olur ya ikinci, üçüncü derece yakınlar (kalkıp gidemeyeceğimiz cenaze törenleri), onları söylememeliyiz bence. Geçtiğimiz bir iki hafta içinde, tanıdığımız birçok Türk arkadaşımız yakınlarını kaybetti. Bazıları gittiler, bazıları kaldılar. Nasıl bir yangın olduğunu gurbette olan bilir.
Allah (c.c.) kimseye sevdiklerinin acısını göstermesin. Onların değerini hayattayken çok iyi bilelim.
08.01.2007
E-Posta:
[email protected]
|