|
|
AYET
Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve mü'minlerin hanımlarına söyle, evlerinden çıktıklarında dış örtülerini üzerlerine alsınlar.
Ahzâb Sûresi: 59
|
13.06.2006
|
|
HADİS
Kim bir mü'mini sevindirirse, Allah da Kıyâmet Günü onu sevindirir.
Câmiü’s-Sağir, c. 3, No: 3591
|
13.06.2006
|
|
Cennet ve Cehennem insanı bekliyor, gözlüyor
Evet, şu eşyanın esmâ-i İlâhiyeye ve âlem-i âhirete müteveccih yüzlerine baksan göreceksin ki; mu’cize-i kudret olan her bir çekirdeğin bir ağaç kadar gàyesi var, kelime-i hikmet olan her bir çiçeğin bir ağaç çiçekleri kadar mânâları var ve o hârika-i san’at ve manzûme-i rahmet olan her bir meyvenin, bir ağacın meyveleri kadar hikmetleri var. Bizlere rızık olması ise, o binler hikmetlerinden birtek hikmettir ki, vazifesi biter, mânâsını ifade eder, vefât eder, midemizde defnedilir. Mâdem, bu fânî eşya başka yerde bâkî meyveler verirler ve dâimî sûretler bırakır ve başka cihette ebedî mânâlar ifade eder. Sermedî tesbihât yapar ve insan ise, onların şu cihetine bakan yüzlerine bakmakla insan olur. Fânîde, bâkîye yol bulur.
Demek, bu hayat ve mevt içinde yuvarlanan, toplanıp dağılan mevcudât içinde başka maksad var. Temsilde kusur yoktur; şu ahvâl taklid ve temsil için teşkil ve tertib edilen ahvâle benzer. Nasıl, büyük masrafla kısa içtimâlar, dağılmalar yapılıyor; tâ, sûretler alınsın, terkib edilsin, sinemada dâim gösterilsin. Onun gibi, bu dünyada, kısa bir müddet zarfında, hayat-ı şahsiye ve hayat-ı içtimâiye geçirmenin bir gàyesi şudur ki: Sûretler alınıp terkib edilsin, netice-i amelleri alınıp hıfzedilsin; tâ, bir mecmâ-ı ekberde muhasebesi görülsün ve bir meşher-i âzamda gösterilsin ve bir saadet-i uzmâya istidadı gösterilsin. Demek, hadîs-i şerifte, “Dünya âhiret mezraasıdır” diye, bu hakikati ifade ediyor.
Mâdem dünya var; ve dünya içinde, bu âsârıyla hikmet ve inâyet ve rahmet ve adâlet var. Elbette, dünyanın vücudu gibi katî olarak âhiret de var. Mâdem dünyada her şey bir cihette o âleme bakıyor; demek oraya gidiliyor. Âhireti inkâr etmek, dünya ve mâfihâyı inkâr etmek demektir.
Demek ecel ve kabir insanı beklediği gibi, Cennet ve Cehennem de insanı bekliyor ve gözlüyor.
Sözler, s. 83
Lügatçe:
âlem-i misâl: Görüntüler âlemi, dünyadaki işlerin görüntülendiği ve gözlendiği âlem.
esmâ-i kudsiye: Allah’ın mukaddes ve muazzez isimleri.
mâfihâ: İçindekiler.
manzûme-i rahmet: Rahmet manzumesi.
mecmâ-ı ekber: En büyük toplanma yeri, mahşer; ahiret.
meşher-i âzam: En büyük teşhir yeri. 2-mec. Dünya, kâinat, ahiret meydanı, haşir meydanı.
mu’cize-i kudret: Kudret mucizesi.
netice-i amel: Amelin neticesi.
saadet-i uzmâ: En büyük saadet.
sermedî: Sonsuz.
şuûnât: 1- Hadiseler, olaylar, vakalar. 2- İşler. 3- Keyfiyetler, haller. 4- Emirler, kasıtlar, talepler.
teşkil: Oluşturma.
|
Bediüzzaman Said NURSİ
13.06.2006
|
|
Kefîl
Allah (c.c.), Kâfil’dir, Kefîl’dir. Yani Allah-u Azîmüşşân kullarının her işini üzerine alan, mahlûkatın her işine, her konuda, her zaman kefil olan, yaratıklarının işlerini bizâtihî yürütendir. Cenâb-ı Hak, kullarını tehlikelere karşı koruyup gözetir, yaratıklarının himâyesini bizzat yapar, kullarının gücünü ve kuvvetini aşan işlerde onlara yardımcı olur.
Hak Teâlânın, kullarının işlerine bizzat baktığını anlatan Kâfil1 ve bu ismin mübalâğa şekli olan Kefîl isimleri,2 Peygamber Efendimiz (a.s.m.) tarafından Cevşenü’l-Kebîr’de zikredilmiştir. Kefîl ismi Kur’ân’da da gelmiştir.
İlgili âyet şöyledir:
“Ahitleştiğiniz zaman Allah’ın ahdini yerine getirin. Allah’ı kendinize Kefîl kılarak yaptığınız yeminlerinizi bozmayın. Allah yaptıklarınızı şüphesiz bilir.”3
İnsanın, mutlak zenginlik sahibi Allah’ın kulu olma gibi bir şerefi taşıdığını vurgulayan Bedîüzzaman, bu şuurda yaşayan insan için dayanılmaz fakirliğin lezzetli bir iştihaya döneceğini kaydeder. Her bahar ve yazda kuru bir toprak perdesinden “kaldırır-indirir” tarzda yüzlerce defa yeryüzüne muhtelif sofralar açan ve kaldıran Cenâb-ı Hakkın, zamanın senelerini ve senenin günlerini bir biri arkası sıra gelen ihsân meyvelerine ve rahmet yemeklerine birer kap, büyük-küçük ihsân mertebelerine birer sergi mâhiyetinde düzenlediğini ifade eder.4
Bedîüzzaman’a göre, şerîat insanlığın bütün saadetine kefîldir.5 Kur’ân, inananların istikbâline ve âhiretine kefîldir.6 Cenâb-ı Hak mahlûkatının bütün ihtiyaçlarına kefîldir; maddî-mânevî her ihtiyacını karşılamaktadır. Hadsiz kuşların, kuşçukların, sineklerin, hesapsız hayvanların, haddi hesabı bilinmeyen bitkilerin ve sayısız ağaçların bütün hayat şartlarına Allah Teâlâ kefildir.7 Denizin dibindeki böceklerin hiçten; bütün yavruların umulmadık yerlerden; bütün hayvanların her baharda, âdetâ sırf gayptan beslenmelerine her zaman Cenâb-ı Hak kefildir. Her şeyi sebeplere bağlayan insanların da her zaman her ihtiyacına, yine bizzat Cenâb-ı Hak kefildir.8
Kâinat Hâlıkının, kâinatta cilveleri görünen ekser isimleriyle bütün canlılar üzerinde tasarrufu bulunduğunu beyan eden Bedîüzzaman, bu tasarruf ve tecellîler ile her hayat sahibinin kâinatın bir küçük örneği ve meyvesi hükmüne geçtiğini beyan eder.9
Bediüzzaman Saîd Nursî’ye göre, mahlûkatın, kâinat kadar büyük ve geniş olan istek ve ihtiyaçlarının tamamına birden küçücük hayat dâiresinde kolaylıkla cevap verilmesi samediyet mührünü gösterir. Allah (c.c.), her yürek taşıyanın, her canlının her işine öylesine kefildir ki, her can sahibi Cenâb-ı Hakkın yalnızca kendisine baktığını zanneder. Çünkü Cenâb-ı Hakkın ona her şeye bedel bir teveccühü ve bütün eşyanın yerini tutar bir nazarı bulunmakta; bütün eşya Onun bir kabûlünün ve yönelişinin yerini aslâ tutmamaktadır.10
(Risâle-i Nur’da Esma-i Hüsnâ)
Dipnotlar:
1- Mecmuatü’l-Ahzab, 2: 254; 2- A.g.e., 2: 234; 3- Nahl Sûresi: 91; 4- Şuâlar, s. 62; 5- Muhakemât, s. 153; 6- Divan-ı Harb-i Örfî, s. 56; 7- Şuâlar, s. 63; 8- Şuâlar, s. 157; 9- Sözler, s. 268; 10- A.g.e., s. 269
|
13.06.2006
|
|
‘Benden sonra Ebû Bekir ve Ömer’in yolu üzere gidin’
Hem, nakl-i sahih-i kati ile, çok defa ferman etmiş:
“Benden sonra Ebû Bekir ve Ömer’in yolu üzere gidin.” (Tirmizî, Menâkıb: 16, 37) deyip, “Ebû Bekir ve Ömer kendinden sonraya kalacaklar, hem halife olacaklar, hem mükemmel bir sûrette ve rıza-i İlâhî ve marzî-i Nebevî dairesinde hareket edecekler. Hem Ebû Bekir az kalacak, Ömer çok kalacak ve pek çok fütuhat yapacak.”
Mektubât, s. 102
|
13.06.2006
|
|
Evrâd-ı Kudsiye’den
[Evrâd-ı Kudsiye; Şâh-ı Nakşîbend’in kudsî bir evrâdıdır ki, Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâmdan âlem-i mânâda ders almış. (Said Nursî)]
Rahman ve Rahîm olan Allah’ın adıyla
1. Allah’ım! Sen Melik, Hayy, Kayyum, Hak ve Mübin’sin.
2. Senden başka ilâh yoktur. Sen benim Rabbimsin. Beni Sen yarattın. Ben Senin kulunum. Gücüm yettiği kadar Sana verdiğim vaad ve söze bağlıyım. Yaptıklarımın şerrinden Sana sığınırım. Senin üzerimdeki nîmetin ve günahlarımla birlikte Sana dönüyorum. Günahlarımı affet, çünkü Senden başka günahları bağışlayan hiç kimse yoktur, ey bütün günahları bağışlayan Gaffar ve Gafûr!
3. Allah’ı bütün noksan sıfatlardan tenzih ederiz. Bütün hamd ve senâ, minnet ve şükür Allah’a mahsustur. Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur. Allah en büyüktür. Günahlardan kaçınma, iyiliklere kuvvet verme, ancak yüce ve büyük olan Allah’ın yardımıyladır.
|
13.06.2006
|
|
İslâm, hamiyet hissinin kaynağıdır
* Yerde olanlara merhamet ediniz ki, size de gökte olanlar merhamet etsin.
* İslâm dini, hamiyet hissinin kaynağıdır. Her Müslüman, iman ve İslâmiyeti, namus ve haysiyetini, hizbü’l-Kur’ân müntesiblerini, birbirlerini dinsizlere karşı korumak, müdafaa etmek, ihtimam göstermekle mükelleftir.
* İnsaf dinin yarısıdır.
|
13.06.2006
|
|
Sadakatle hizmetin bir kerâmeti
Süleyman, benim her hususî işimi ve kitabetimi kemâl-i şevkle, minnet etmeyerek, mukabilinde birşey kabul etmeyerek, kemâl-i sadakatle yapmış. Hattâ o derece hizmeti sâfi ve hâlis, lillâh için yapıyordu, belki yüz defadan ziyade arzu ettiğim dakikada, ümit edilmediği bir tarzda geliyor; “Fesübhânallah,” diyordum. “Benim arzu-yu kalbimi, bu işitiyor mu?” Anladım ki o, istihdam olunuyor; sadakatinin kerâmetidir. Hattâ hizmetimde bulunduğu birgün, bir yaşındaki kız çocuğuna bakılmamış. Yüksek bir damdan, taş üstüne çocuk düştü. O hizmet sadakatinin bir ikram-ı İlâhî olarak, o çocuk hiçbir teessür ve hastalık görmediği gibi, sütten, memeden bile kesilmedi. Her neyse, bu tarz sadakatının lem’alarını çok gördüm.
Barla Lâhikası, s. 129
|
13.06.2006
|
|
“Vallahi sen ilâh olsaydın...”
Mihenk
Bir Arabînin taptığı bir sanemi varmış. Bir gün ibadete gitmiş. Bakmış ki, bir tilki sanemin başına bevletmiş. Bu hali görünce, “Başına tilkilerin bevl ettiği bir şey nasıl rab olur?” demekle, sanemi kırmış, atmış.
İşârâtü’l-İ’câz, s. 210
Amr İbnu Cemuh, cahiliyede Yesrib ileri gelenlerinden, Celemeoğullarının efendilerinden, Medine cömertlerinden, karakter sahibi biriydi.
Cahiliye devrinde soylu kişilerin evlerinde put bulundurma âdeti vardı. Bunu her sabah ve akşam puttan uğur dilemek, törenlerde kurban kesmek, saygı duruşunda bulunarak felâket anlarında sığınmak vb. şeyler için yaparlardı. Amr’ın putu da Menat idi. Onu kaliteli bir ağaçtan yapmıştı. Saygıda kusur etmez, ona en güzel kokuları sürerdi.
Mus’ab İbnu Umeyr’in (r.a.) Medine’ye dâvetçi olarak gelmesinden kısa bir zaman sonra insanların bir çoğu İslâma girdiler. O sırada altmış yaşını geçmiş olan Amr İbnu Cemuh’un oğulları Muavvez, Muaz, Hallad ve eşi Hind de ondan gizli bir şekilde iman ettiler.
Kocası ve ondan başka birkaç kişinin dışında kimsenin şirkte kalmadığını gören Hind (r.a.), sevip saydığı kocasının şirk üzere kalmasını asla isteyemezdi. Amr İbnu Cemuh ise çocuklarının atalarının dininden çıkıp Müslüman olmalarından korkuyordu. Karısına: “Hind, çocukları sakın şu Mus’ab’la görüştürme” dedi. Kadın: “Olur ama o adamın anlattıklarını oğlun Muaz’dan dinlemek ister misin?” dedi. O: “Vay be, haberim yokken Muaz da mı dinden çıktı?” diye sordu. Hind: “Hayır, Mus’ab’ın bazı toplantılarına katılıp söylediklerinden bazılarını öğrenmiş” cevabını verdi. Amr: “Muaz’ı bana çağır” dedi. Muaz babasının huzuruna gelip ona Fatiha Sûresini okuyunca, aralarında şu konuşma geçti:
-Bu söz ne kadar şahane, ne kadar güzel. Bütün sözleri böyle mi?
-Hepsi birbirinden güzel babacığım! Sen de ona biat eder misin? Halkın tamamı ona biat etti.
-Menat’a danışmadıkça bir şey yapmam. O ne derse öyle yaparım.
-Babacığım Menat konuşmaz ki onun dili ve aklı yok. O sadece bir ağaç.
-Sana söyledim ona danışmadan atalarımın dininden vazgeçmem.
Derken Amr ağaçtan yontma putun huzuruna geçip saygıyla fikrini sordu. Cevap alamayınca da onu kızdırdığını zannedip bir kaç gün öfkesinin dinmesini beklemeye karar verdi. Bu esnada çocukları da düşünmeye başladılar. Derken putu alıp Selemeoğullarının tuvalet çukurlarından birine attılar.
Amr buna çok hiddetlendi, arayıp putu buldu. Temizleyip kokular sürdü ve aynı yerine koydu. Aynı durum günlerce tekrar etti, derken en son gün Amr, Menat’ın boynuna kılıcını astı ve: “Ey Menat! Bunları sana kimin yaptığını bilmiyorum. Eğer sen de hayır varsa işte kılıç, kendini koru” dedi. Ancak aynı durum, o gece de tekrarlanınca artık onu tuvalet çukurundan çıkarmadı ve: “Vallahi sen ilâh olsaydın bir tuvalet çukurunda olmazdın” dedi ve İslâm’a girdi.
(Hayatü’s-Sahabe)
|
Süleyman KÖSMENE
13.06.2006
|
|
|
|