Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 21 Ocak 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

İslam YAŞAR

Bu zamanın gençleri



Gençlik yılları...

İnsan hayatının en zor, zevkli ve meyvedar zamanıdır bu yıllar. Akıldan çok hisse yakındır ama histen ziyade akılla yaşanıp zorlukları zevkle aşıldığı takdirde ebedî meyveler verir.

Mahiyeti biraz meçhul olduğu için gelmeden önce heyecanla beklenir, geldiğinde kadri, kıymeti bilinmez. Yaşarken pek hissedilmez, hissedildiği zaman yaşanmasına fırsat verilmez.

Önceleri çok uzun süreceği, hatta hiç bitmeyeceği zannedilirse de başlayınca göz açıp kapayıncaya kadar geçer gider. Gittikten sonra da ardından esef edilir, hasreti çekilir.

Lâkin bir daha geri gelmez.

***

Her insan gibi ............ de an be an yaşamaya başlamıştı bu hayat safhalarını. Günlük hadiselere kendi iradesiyle yön verebileceğini hissetmeye başladığı yıllarda heyecanı iyice artmıştı.

Çünkü kendince geniş hayaller kuruyor, büyük idealler taşıyor, değişik hedeflere doğru gitmek istiyor; bunları da ancak gençliğin gücüyle başaracağına inanıyordu.

O zaman geldiğinde her yönden hür ve serbest olacağını, kimsenin kendisine müdahale edemeyeceğini, her zaman her istediğini yapıp herkese her sözü söyleyebileceğini zannediyordu.

Çocukluk yıllarında, ailesi veya çevresi tarafından istemediği şeyler yapmaya zorlandıkça gençliğe iştiyakı artmış ve hayatının, çocukluktan gençliğe geçiş emarelerini merakla beklemeye başlamıştı.

Liseye gittiği senenin bahar aylarıydı. Bir sabah kendisinde her zamankinden farklı hâller hissederek uyandı, fırlayarak kalktı ve aynanın karşısına geçip dikkatle aksine baktı.

Görünüşünde pek bir değişiklik yoktu ama ruhu o zamana kadar hissetmediği çok farklı bir coşku içindeydi. Bedeninin her hücresinde ayrı bir kalp vardı ve hepsi olanca gücü ile çarpıyordu adeta.

Bu hâlin, gençlik devresinin başlangıcı olabileceğini düşününce heyecanlandı. Üç adımda bir geri dönerek küçücük odasında defalarca gidip geldi. Hızını alamayınca gidip pencereyi açtı damarlarında alevlenen kanını biraz soğutmak ümidiyle derin derin nefes alıp verdi.

Yüreğini saran hararet soğumayınca o anda çıkıp karşı dağın karlı yamaçlarına kadar koşmak geldi içinden. Onu yapması mümkün değildi ama biraz erken çıkıp okula, sabah serinliğinde yürüyerek gidebilirdi.

Bu ihtimali hatırlaması ile harekete geçmesi bir oldu. Hemen giyinip kuşandı, akşamdan hazırladığı çantasını aldı, dışarı çıktı ve emekleyen bedenini kanatlanan ruhunun peşinde sürüklercesine yürüdü.

Gençlik hissiyle ilk adımı attığında yerin sarsılacağını, binaların sallanacağını, sokağın hareketleneceğini ve herkesin kendisindeki değişmeyi görüp hayret edeceğini zannetmişti.

İlk adımı attığında bunların olup olmadığını pek fark etmedi. Çünkü o adımı attığı anda ikinci adımın heyecanı sarmıştı yüreğini. Ardından üçüncüsünün, dördüncüsünün, ellincisinin, yüzüncüsünün derken okula geldi.

Seherin serinliği kanının hararetini biraz alsa da hisleri hâlâ hareket hâlindeydi. Onun için erken gelen bazı arkadaşlarının kendisindeki değişmeyi fark edip yanına gelerek sebebini sormalarını bekledi ise de ne onlar, ne de sonradan gelenler böyle bir şey yapmadılar.

Yanına gelen bazı arkadaşları da her zamanki çocuksu tavırları ile basit meselelerden söz edip sulu şakalar yaptıklarından, kendisinin artık bir genç olduğunu fark etmediklerini anladı ve o da onlara öyle davrandı.

Gün boyu, birinin yanına gelip ‘Ne kadar değişmişsin?’ demesini bekledi ama yalnız arkadaşları değil idarecilerden, öğretmenlerden, hademelerden, kantincilerden de kimse kendisindeki değişmeyi sezdiğini ihsas eden bir harekette bulunmadı.

Arkadaşlarının ve öğretmenlerinin kendisini çok iyi tanımadıkları için değişikliği fark etmemiş olabileceklerini düşündü ve onlardan duymadığı sözleri annesinden, babasından duyabileceğini ümit ederek okuldan çıkar çıkmaz hemen eve geldi.

Zile basar basmaz kapının açılmasından, yine pencerede yolunu gözlediğini anladığı annesinin, kendisini görür görmez ruhunda yaşadığı değişikliği fark etmesini ve yeni bir elbise giydiği zaman yaptığı gibi yine hafifçe geri çekilip ‘Dur sana şöyle bir bakayım’ demesini beklerken onu telâş içinde bulunca şaşırdı.

Annesi, azarlayan bir ses tonu ile sabahleyin kahvaltısını yapmadan ve haber vermeden çıkıp gitmesinin sebebini sormaya başlayınca hatırladı ailenin mühim kurallarından birini ihlâl ettiğini.

Ancak o zaman anladı yaptığının yanlış olduğunu. İlk anda hemen boynuna sarılıp özür dileyerek gönlünü almayı düşündü ise de onun kendisine hâlâ küçük bir çocukmuş gibi davranmasına kızdı ve hiçbir şey söylemeden odasına gidip kapısını kapattı.

Bir süre ne yapacağına karar veremedi ve asabî adımlarla gidip geldi. Okul kıyafetini çıkarıp günlük elbiselerini giymek için yaka düğmelerini açtığı sırada, hareketine kızan annesi kapının önünde bağırıp çağırmaya başlayınca soyunmaktan vazgeçti.

Bir şeylerle meşgul olmak için çantasını attığı yenden alıp masanın üzerine koyarak kitaplarını, defterlerini çıkardı. Onları rafa dizecekken vazgeçti ve pencerenin önüne giderek dışarı baktı.

İçeride yaptığı hareketler de, dışarıda gördüğü şeyler de hislerini teskin etmeye yetmeyince yüzü koyun yatağın üzerine uzandı, annesinin sesini duymamak için başını cendere hâline getirdiği ellerinin arasına alıp olanca gücü ile sıktı ve hızlı hızlı soludu.

Nefes alıp vermekte zorlanıncaya kadar öylece yattı. Yüzünü yana doğru çevirirken o vaziyette ne kadar durduğunu merak etti ve tekrar yüzünü yastığa bastırıp nefeslerini saymaya başladı.

Ona kadar saymakta hiç zorlanmadı. İki rakamlı sayıları yarıladıktan sonra nefes alıp vermekte biraz zorluk çekti ise de devam etti. Üç rakamlı sayılara yaklaştığını hissetti ama yüz diyemeden kendinden geçti.

Gözlerini açtığında ilk fark ettiği şey kendi hâlinde yana sarkmış vaziyette duran bir eldi. Yattığı yerden dikkatle bakıp bunun babasının eli olduğunu anlayınca hemen doğruldu ve toparlanmaya çalıştı.

Babası soğuk bir sesle yemeğe gelmesini söyleyip çıktıktan sonra birkaç sefer gerinip esneyerek mahmur bir nazarla etrafına bakındı. Odadaki ışığın yandığını görünce bir hayli uyuduğunu anladı.

Kendisi gelmeden onların yemeğe başlamayacaklarını bildiği için apar topar kalktı, lavaboya gidip yüzünü yıkadı ve gidip sofraya oturdu. Onlar bir şey söylemedi ama hâllerinden şüphelenip kendine baktığında üzerinde hâlâ okul kıyafetlerinin olduğunu görünce mahcup oldu.

Sessiz geçen yemek faslının ardından sofradan önce babası kalktı. O gazetesini alıp salona giderken annesi sofrayı toplamaya başladı. Kendisi de ona biraz yardım etti ve kıyafetini değiştirmek için odasına gitti.

Babasının tavır ve hareketlerinden, ruhunda yaşadığı ihtilaçları onun da fark etmediğini anlayınca morali bozuldu. Odasından çıkmak istemediği için ders çalışmaya hazırlanırken annesi çayın hazır olduğunu söyledi.

Ses tonunda çay içmesini istemekten ziyade salona gelmesini emretme mânâsı sezdiği için çaresiz kalkıp salona gitti, sakin görünmeye çalışarak çayını aldı ve her zamanki yerine oturdu.

Ruhunu kasıp kavuran ilk gençlik fırtınasını, değil arkadaşları, kendisini en iyi tanıyan ailesine bile fark ettirememenin sıkıntısı vardı üzerinde. Onun için çayını içer içmez kalkmak istiyordu ama babası, mühim bir şey söyleyeceğini ihsas ederek hareketlenince vazgeçti.

Sabah yaşanan hadiseyi hatırlatarak başladı babası söze. Bunun çok yanlış bir davranış olduğunu söyledikten sonra daha önce şahit olduğu halde müdahale etmediği bazı hareketlerini sıraladı.

Onun konuşma tarzından hitabını ağırlaştıracağını anlayan annesi araya girip kendisinin bazı meziyetlerini anlatarak havayı yumuşatmaya çalışınca babası da bazı takdir ifadeleri kullanmakla birlikte uzunca konuşmasını tehdide varan ikaz ve tenkit ifadeleriyle tamamladı.

............ o zaman daha iyi anladı annesinin de, babasının da kendisine hâlâ çocuk nazarı ile baktıklarını. Çünkü ikisinin de her sözlerinde himaye hissi, her hareketlerinde siyanet hassasiyeti vardı.

Bir ara söz isteyip artık büyüdüğünü, yalnız kendisi hakkında değil, ailenin geleceği hususunda da verilecek kararlarda fikrini söylemek istediğini hatırlatmayı düşündü.

Fakat onların kendisinin bedenen geliştiğini görmelerine ve daha da gelişmesi için ellerinden geleni yapmalarına rağmen hâl ve hareketlerine akseden gençlik tezahürlerini göremediklerini anlayınca fikirlerini söylese de kanaatlerinin değişmeyeceğini hissederek vazgeçti.

Onun kendilerine hak verdiği için sustuğunu zanneden annesi ve babası, ailelerinin şecerelerini anlatıp sülâleden yetişen büyük insanları sıralayarak kendisinin de başarılı olması gerektiğini söylediler.

Kendisi itaatkâr bir çocuk tavrı içine girdiği için sohbetin ilerleyen safhalarında biraz daha sakinleştiler ve kendisine büyük hedefler gösterdiler. O hedeflere ulaşmasını sağlamak için de gençliğini hiç hesaba katmadan yeni kararlar aldılar.

Bu kararlar da daha önce olduğu gibi yine dershanelere gitme, test kitapları alıp başarı dergilerine abone olma gibi üniversiteyi kazanmaya müteallik faaliyetler olduğundan sessiz kalarak kabullendiğini ihsas etmenin ötesinde bir şey yapmadı.

O günden sonra, aynı çatı altında farklı dünyalar yaşanmaya başlandı.

***

Aslında cemiyetin hâl-i pür melâliydi yaşananlar.

Zîra, yalnız onun annesi, babası değildi böyle hareket eden. Arkadaşlarının pek çoğunun ailelerinin yanı sıra devlet, millet ve cemiyet de gençlere hep menfî bir nazarla bakıyordu.

Gençlik medar-ı bahs olduğunda büyükler hep “Ah bu zamanın gençleri” diyerek söze başlıyorlardı. Bu hislere sû-i zan, sû-i tevehhüm, sû-i niyet gibi zaaflar da eklenince nesiller arasındaki anlaşmazlıklar büyüyordu.

Buna da ‘Kuşak çatışması’ deyip geçiyorlardı.

Onları duydukça “Vah bu zamanın gençleri” diyordu o da. Çünkü gençlerin büyüklerden çocuk muamelesi göre göre büyük adam olmak zorunda olduklarını biliyordu.

Nitekim o da öyle baptı. Milyonlarca akranı gibi yıllar boyu okula devam etti, dershânelere gitti, özel dersler aldı. Üç saatte yüz soru yapmak için üç yılda yüz bin test çözdü.

Bu arada okul, sınıf, sıra, kitap, defter, kalem, kâğıt, silgi, soru, cevap gibi okumayı ve öğrenmeyi tedai ettiren her şeyden ikrah etmiş bir hâlet-i ruhiye içinde imtihana girdi.

Nihayet, sadece boşluk doldurmak için yazdığı fakültelerden birini kazandı.

Fakat dereceye girenlerden sıfır çekenlere kadar bütün akranları gibi o da kazandığına sevinip kaybettiğine üzülmekten ziyade beş şıklı boş tercihler arasında gençliğini heder ettiğine yandı.

Aradan yıllar geçti, hâlâ yanıyor.

21.01.2007

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (14.01.2007) - Bu zamanda çocuk olmak

  (07.01.2007) - Âcziyetin zaferi

  (31.12.2006) - Bayramiye kasideleri

  (24.12.2006) - “Ankara’nın sisli yamaçları”

  (17.12.2006) - Ay yükseldiği yerde parlar

  (10.12.2006) - İmam-ı Rabbânî’nin hatırasına

  (03.12.2006) - Bir sürgün yeri

  (26.11.2006) - Öğretmenler Günü komedisi

  (19.11.2006) - İstanbul’un hazireleri

  (12.11.2006) - Ebedî yaşama iştiyakı

 

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdurrahman ŞEN

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Faruk ÇAKIR

  Gökçe OK

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hülya KARTAL

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Hüseyin YILMAZ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mahmut NEDİM

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Metin KARABAŞOĞLU

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Murat ÇİFTKAYA

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Raşit YÜCEL

  S. Bahaddin YAŞAR

  Saadet Bayri FİDAN

  Sami CEBECİ

  Sena DEMİR

  Serdar MURAT

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin Uçal ABDULLAH

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Zeynep GÜVENÇ

  Ümit ŞİMŞEK

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  Şaban DÖĞEN


 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004