Kimi zaman, yaşayışları 180 derece zıt insanların ağzından, “Kalbim temiz, imanım tam, dini bütünüm!” sözleri dökülür. Acaba, “Kalbim temiz!” demekle kalp temiz; “Allah’a inanıyorum!” demekle gerçekten iman tam olur mu?
Ne tuhaftır ki, kafası binbir şüphe ve vesvese; midesi rüşvetle dolu olan da “Kalbim temiz!” diyor.
Aslında bu iddiada bulunanların bir kısmı, dinî bilgisi, manevî birikimi o kadar, sözlerinde gerçekten de samimidirler. Bir kısmı ise, kendilerini aldatıyorlar! Daha doğrusu, Allah’a inanmaları ve dinî görevlerini yerine getirmeleri gerektiğini vicdanen biliyorlar. Ama, psiko-sosyal pozisyonlarının gereği böyle bir söylem içine girme ihtiyacını hisediyorlar.
Bunların durumu, tıp fakültesine gitmeyen birisinin, “Ben tıbbı çok iyi biliyorum!” demesi gibi değil mi? Kalbi tıp aşkıyla yanıp tutuşan fakat hiçbir kitap karıştırmayanın aşkının ne kıymet-i harbiyesi olur? Hangi meslek, yalnız “Kalbim temiz, buna yürekten inanıyorum!” demekle kazanılır?
Manevî kirler, düşünceler, inançlar, hurafeler de ruhumuzu/duygularımızı kirletir. “Kalbim temiz” demekle kalb temiz olmadığı gibi, “İmanım kuvvetli!” söylemiyle de iman güçlenmez. Giyim eşyalarından, kullandığımız ev âletlerine kadar, hatta evimizi ve otomobilimizi yeniliyoruz. Elbette ruh/duygularımızın gıdası olan imanımızı; “İmanınızı yenileyiniz!” buyuran Peygamberimize (asm) ittiba ederek yenilemeli ve güncelleştirmeliyiz. İman, yalnızca dilimizle tekralayıp, kalbimizle tasdik ettiğimiz, bir anlamda içimizde hapsettiğimiz bir olgu mudur? İman esaslarının, tüm özellikleriyle düşünce, kalp, gönül, hal, fiil, söz, özetle özümüze yansıyan boyutları yok mu? Hayatımızın bütün safhaları, sosyal hayatın bütün katmanları (ferd, aile, toplum) ve tüm varlıklarla kâinatın Sahibi hesabına iletişime geçilip pratiğe dökülebilen huzur, mutluluk ve güç kaynağı değil mi?
Eğer, madde, maddeötesi, yani gayp/metafizik âlemleri aydınlatan muazzam bir projektör olan iman;
- Sağlam bir kişilik, karakter, davranış biçimi, bilgi birikiminin temelini oluşturmuyorsa;
- Kendimizi, çevremizi, olayları, nesneleri olduğu gibi görmemizi; iç yüzlerini keşfetmemizi; olumlu bakış açısı ve iletişimimizi sağlayamıyorsa;
- Günlük hayatımızın tanzimine, aile ve toplum hayatının huzur ve mutluluğuna vesile olmuyor; insanı galaksiler ötesine taşıyan müthiş bir güç ve enerji menbaı olmuyorsa;
- Her türlü olumsuzluğu rıza ile karşılama ve ona direnebilme gücü vermiyorsa;
- Bizi başıboşluk, hedefsizlik, sıkıntı, problem, stresten kurtarıp, bize sonsuz hedefler göstermiyorsa, güçlü bir iman olabilir mi? Bu olsa olsa, hafif rüzgârlar karşısında bile sönmeye mahkûm, taklitten öteye geçmeyen bir inanç olabilir.
***
Vaktiyle bir adam, bir bilge krala gidip baştan çıkmaya nasıl karşı koyacağını sordu.
Kral, adama ağzına kadar yağla dolu bir fıçı verilmesini emretti. Adam bu fıçıyı şehrin bir kapısından öteki kapısına kadar bir damla yağ dökmeden taşıyacaktı.
“Eğer tek bir damla dökersen başın kesilecek” dedi Kral.
Adamın yanına yalın kılıç iki koruyucu verdi. Bir damla yağ dökecek olsa, adamın kellesini anında uçuracaklardı.
Bir Pazar günüydü. Şehrin her yanı satıcı tezgâhlarıyla, insanlarla doluydu. Adam fıçıyı yüklenerek dikkatlice yürüdü. Hem de ne dikkat! Bir damla yağ dökülmedi...
İki koruyucuyla birlikte saraya geri geldiğinde, bilge kral adama:
“Peki şehirde ne var ne yok?” diye sordu.
“Hiçbir şey görmedim efendim” dedi adam. “Aklım, fikrim yağdaydı.”
Bu cevap üzerine, bilge kral gülümsedi:
“Şimdi baştan çıkmamanın çaresini buldun işte” dedi. “Allah’ın rızasını kazanmaya, fıçıdaki yağa odaklandığın dikkatle odaklan. O zaman hiçbir şey seni baştan çıkarmaz.”
18.01.2007
E-Posta:
[email protected] [email protected]
|