Onlarca olumlu ve olumsuz duyguyla yoğrulmuş komplike bir ruh/duygu yoğunluğunda yaratılmışız. Kimi zaman küçük bir güzellik bizi mutlu ederken, basit bir terslik canımızı sıkar. Pekçok sıkıntı, rahatsızlık, endişe ve korku içinde kıvranmamızın birçok sebepleri vardır. Bunları teferruatıyla ortaya koymamız imkânsız. Ancak, bunların başında akıl ve kalbimizi tatmin edememe; vesvas şeytanla ortaklık kuran nefsimizi susturamayıp hegemonyası altına girmeyi zikredebiliriz. Şöyle de özetleyebiliriz:
İnançlarımızla duygularımızın örtüşmemesi, üzüntü, endişe ve sıkıntı sebebidir. Bu durum, öncelikle inandığımız prensipleri, esasları aklen-mantîken ve ilmen ispat edip, kesin delil ve bürhanlara dayanmak zorunda olduğumuzu gösterir. Çünkü, aklını, kalbini ve vicdanını tatmin edemeyen kâmil imana ulaşamaz. Mükemmel imanı elde edemeyen asla huzurlu olamaz, mutluluğu yakalayamaz. Aklî, kalbî ve vicdânî tatmin, ancak kesin delillere/belgelere dayanmakla mümkün.
Şeytanın dürtülerini, nefsin desiselerini, dessas ifsat komitelerini, İslâm ve iman muarızlarının hücumlarını, taarruzlarını da ancak ispat ile bertaraf edebiliriz. Zira, “ispat”, dogmatizmi (nassiyeyi) yok edip imânımızı güçlendirir, moralimizi yükseltir, enerjimizi artırır. “İman, akıl, kalp, vicdan, tasdik, âyet, delil, hüccet, bürhan, yakîn, müsbet-ispat”; İslâmın inanç boyutunun anahtar mefhumlarındandır. Dolayısıyla iman konularında yalnız parlak tasvirlerle yetinemeyiz. İlgi ve etki alanına giren bütün meseleleri akla-mantığa, vicdana tasdik ettirip mutlaka kesin delillere dayandırarak ispat ve izah edebilmeliyiz.
Duygularımızı bir takım tasavvurlar ötesinde doğrudan doğruya aklın tasdik ettiği gerçeklerle yoğurmalıyız. Çünkü, îmân, mârifet, yani yalnızca kuru bilgi değil; gözleme dayanan ilimdir. Taklit değil, tahkîk, incelemedir. İltizam (taraf olma) değil, iz’andır, anlayıştır, kavrayıştır. Tasavvuf değil, hakîkattir. Yani herkese göre değişen ve çoğunluğun anlayamayacağı subjektif değil, objektiftir.1
Bundandır ki, Kur’ân’ın hakikatlerini ve imânın esaslarını te’yit ile ispat ve yaymakla2 sağlam bilgi ve belgelerle; inceleme sonucunda elde edilen kesin inancı, yâni, “iman-ı tahkikiyi”3 elde etmek durumundayız. Aynı zamanda, dinin, şeriatın ve Kur’ân’ın tılsımlarını hâl ve keşfetmek; en (inatçı) dinsizleri delil göstererek susturmak; Mi'rac ve (bedenen dirilme) gibi sırf akıldan çok uzak zannedilen Kur’ân hakikatlerini en kibirli ısrarcılara, en muannid (inatçı) filozof ve zındıklara karşı güneş gibi ispat etmek;4 Kur’ân ile çatışan felsefeyi mağlup edip susturmak da.
Eski kelâm (İslâm felsefesi) ilminin bu zamanın yaralarına tam merhem olamayacağı açıktır. Tıpkı, eski çağın vasıtaları hedefe çok çok geç ulaştırdığı; ilmî doneleri zihnimizi doyuramadığı gibi. Mantıkî delillerle, ilmî belgelerle hakikatlere götüren kesin, doğru bir yol; kelâmî bir metot bulmak mecburiyetindeyiz. Ki, bu asrın dehşetli felsefik akımlarına ve saptırıcı dalâletlere galip gelinebilsin.5
Bir önemli noktayı daha dikkate almak zorundayız: Bin seneden beri intikam alırcasına Kur’ân’ın aleyhinde hazırlanan dinsizlerin itirazlarını ve inkârcı filozofların; biriktirilip şimdi yol bularak yayılan şüphelerini ve Kur’ân’ın dehşetli darbelerinden intikam besleyen inatçı Yahudilerin ve mağrur bir kısım Hıristiyanların hücûmlarını def edip mukabele etmek;6 kesin Kur’ânî ve Sünnetî ispat metotuyla olabilir. (İleride Kur’ân’ın ispatı emreden ve gerektiren âyetlerini nakledeceğiz.)
Ayrıca, çok deliller ve parlak bürhanlarla imânın ispatına ve tahkikine ve muhafazasına ve şüphelerden kurtulmasına çalışarak7 madde-mânâ, cesed-rûh, his/duygu ve bütün lâtifelerimizle birlikte; gıda, yemek hükmündeki hakikatlerinden hem akıl, hem kalb, hem nefis, hem duygular payını alabilir. Yoksa yalnız akıl, küçük bir hisse alır, ötekiler gıdasız kalabilir.8
Dipnotlar: 1- Mektûbât, s. 251.; 2- Emirdağ Lâhikası, s. 62.; 3- Age, s. 81.; 4-Age, s. 44.; 5- Emirdağ Lâhikası, s. 80.; 6-Sikke-i Tasdik-i Gaybî, s. 105.; 7-Kastamonu Lâhikası, s. 12.; 8-Emirdağ Lâhikası, s. 59.
14.01.2007
E-Posta:
[email protected] [email protected]
|