Eski metot ve eserlerle günümüz inkârcılarıyla mücadele etmek zor. Çünkü;
- Şimdi materyalizm, sekülarizm, ateizm dahil tüm “izm”lerden müteşekkil dehşetli inkârcı, tahribatçı zındıka hücumu; onların zamanında iman esaslarını sarsmıyordu.
- Bugün, sosyal ve fen ilimleri, teknolojinin de zirvelere ulaşmasıyla müthiş bir ivme kazanmış. Dolayısıyla eski devirlerin ilmî doneleri bu zamanın insanının zihnini doyuracak çapta değil. Eskiden ilmî malzemeler hem azdı, hem de çok geç elde edilirdi. Oysa, bu zamanda kitle iletişim vasıtalarıyla müthiş bir bilgi bombardımanı vardır.
- Zamanımızda his ve zevkin coşkunlukları, aklın düsturlarını, fikrin mizanlarını çok dinlemiyor ve uymuyor.
- Günümüz şartları, artık yalnız aklın ayağı ve nazarıyla ders vermenin kifayet etmeyeceğini veya evliyâ gibi, yalnız kalbin keşf ve zevkiyle hareket edilemeyeceğini gösteriyor. Ancak, akıl ve kalbin birlikteliği, kaynaşması; ruh ve sâir latifelerin yardımı ayağıyla hâreket ederek evc-i âlâ denen en yüksek mertebeye uçmak gerekir. Meselâ, kağnı, at arabası veya buharlı tren zamanında yapılan tefsirler, yorumlar, açıklamalar; anlatım tarzı ve tatmin yolları; inkâr edenlere verilen cevaplar o devrin zekâ ve teknolojik seviyesine göre idi. Bugünün insanlarını doyuramaz. Bugünkü ilmî birikim, teknolojik seviye son derece mesafe katetmiş. Dolayısıyla kesin ilmî delillere, hüccetlere, bürhanlara dayanan atom bombası veya nükleer enerji kuvvetinde bir yoruma ihtiyaç vardır.
Ayrıca insan, sadece kalpten ibâret değil. Başta akıl, vicdan olmak üzere, sâir duygu ve lâtifelerinin de doyması gerekmektedir.
Eski zamanda, imân esasları mahfuzdu, teslim kuvvetli idi. Teferruâtta, âriflerin mârifetleri (bilgileri) delilsiz de olsa, beyânatları makbul idi. Fakat, şu zamanda dalâlet-i fenniye elini esâsâta ve erkâna uzatmış olduğundan, her derde layık devâ1 ve bürhanlara dayanmak zarûret arzetmektedir.
Her mevsimde, rağbet edilen bir mal, bir nesne bulunur. Kışın yünlü, kalın, yazın ince, beyaz renkte elbiseler revaçtadır. Bugünkü âlem çarşısı, yâni, sosyal hayatında da, “siyaset metâı, dünya hayatının temini, şaşaası, lüksü ve felsefe” gibi üç önemli mesele hükümranlık sürdürüp akıl ve zihinleri meşgul etmektedir.
Her devrin mesaisine o devrin ihtiyaçları yön verir. Bugünün insanı da dünün metoduyla ve çalışma tekniğiyle değil, fakat malzemesini dünden alarak ve yaşadığı devrin ihtiyaçlarına göre çalışmalar yaparak mesaisini sürdürmek2 zorunda.
İmân esaslarının inkâr edilip, ateizmin hüküm sürdüğü, yabancı âdetlerin Müslüman toplumları istilâ ettiği; bid’aların çoğalıp her yere girdiği; dalâletin tahribatının şiddetlendiği3 dehşetli bir zaman diliminde yaşıyoruz. Pozitivist-tabiatperest ve sair felsefî akımlar; doğrudan doğruya din, imân ve ibâdetlere saldırarak; maddenin ezelî olduğunu kabul etmekle (ve etmeye çabalamakla), Allah’ın yaratıcılığını, dolayısıyla ulûhiyet fikrini temelden reddetmekte4 ve doğrudan doğruya imânın köklerine, erkânına şiddetli ve cemaatli bir sûrette taarruz etmektedir. Çok deliller ve parlak bürhanlar ile, îmânın ispatına ve tahkîkine ve muhâfazasına ve şübehâttan kurtulmasına (aklî, ilmî-fennî ispat ile) hizmet etmek gerekmektedir.
Ayrıca, şüphelerin ve Kur’ân’ın dehşetli darbelerinden intikam besleyen muannid Yahudîlerin ve mağrur bir kısım Hıristiyanların hücumlarını def edip mukâbele eden her asırda Kur’ân’ın pekçok kahramanları ve mânevî kaleleri vardı. Bugün, felsefecilerin, birikimlerini kitle iletişim vasıtalarıyla yol bularak yaygınlaştırması; müdâfîlerin yüzden iki üçe inmiş ispat ihtiyacını yüze çıkarmış.5 Dolayısıyla son derece aklî ve ilmî ispata ihtiyaç vardır.
Eğer dalâlet cehâletten gelse, izâlesi kolaydır. Fakat, dalâlet fenden ve ilimden gelse, izâlesi gerçekten zordur. Eski zamanda ikinci kısım binde bir bulunuyordu. Bulunanlardan, ancak binden biri dinî bilgilerle aydınlatılarak yola gelebilirdi. Çünkü öyleler kendilerini beğeniyorlar, hem bilmiyorlar, hem kendilerini bilir zannediyorlar.6
Dipnotlar: 1- Mektûbât, s. 351.; 2- Ali Yıldırım, Hadis II, İzmir, 1992, s. 116.; 3- Sözler, s. 442.; 4- Şerafettin Gölcük, Süleyman Toprak, Kelâm, Konya, 1998, s. 120.; 5- Sikke-i Tasdîk-ı Gaybî, s. 95.; 6- Mektûbât, s. 27.
11.01.2007
E-Posta:
[email protected] [email protected]
|