Saddam’ın idamını gördüğüm an, rahmetli Adnan Menderes ve arkadaşlarının idam anı aklıma geldi ve iç tepkilerim yine yoğunlaştı. İşgal kuvvetlerinin, suç ve ceza amaçlı olmayan siyasî intikamları ile birlikte seçimle gelmiş bir başbakanın benim ülkemde asılmış olmasının derin hüznüne boğuldum.
İdam sehpasına giden zalim Saddam’a gösterilen itina ile Menderes ve arkadaşlarına reva görülen işkenceler ve manevî hakaretler bir bir gözümün önünde geçti. Menderes’in ürologa son anda muayene ettirilmesini, Yassıada’ya giden ilk soruşturma başkanı Ömer Altay Egesel’in inanılmaz küstahlığını hatırladım.
Mazlum Menderes ve siyaset arkadaşlarının aylarca tekme tokat götürüldükleri Yassıada’da ailelerinden ve çevrelerinden izole edilerek ayrıca bir beyin işkencesine ve yalnızlığına itilmelerini düşündüm.
“Sizi buraya tıkayan kuvvet böyle istiyor” diyen yargı görevlilerinin o unutulmaz tutumları canlandı gözlerimde. Menderes’in avukatlığını yapan rahmetli Orhan Cemal Fersoy’un kaleme aldığı kitabının satırları tekrar geri döndü zihnime. Okunması bile sabır isteyen o hazin hallerin dramatik sonuçları ise tamamen kahrediyor insanı.
Bütün bunları ve buna mümasil değerlendirmeleri tekrar yazmak istememiştim. İçime gömecektim. Ancak mutlaka siyasî idamların gündeme geleceğinin de farkındaydım. Nitekim öyle oldu. Yine siyasî algılarla insanî algıların saldırıya maruz kaldığı bir tartışma ortamına dönüştü.
Yassıada komutanı yarbay Tarık Güryay’ın o despot ve akıl almaz tutumları da beni her defasında tiksindirir.
Zor bir konu. Bunları yazmamayı tercih ederdim. Ancak Deniz Gezmiş’le Menderes ve Saddam benzetmeleri, ilişkilendirme biçimleri, aklı hapseder nitelikte. Özellikle bazı polemikçi yazarların Menderes-Bayar kıyaslaması ve Menderes’i mahkeme boyunca koruduğu nezaketini ürkeklik sayıp Saddam’la kıyaslamaları, şapla şeker karıştırmaktır.
Seçilmiş bir insanın, millî iradenin ve parlamentonun alaşağı edildiği, insan haysiyetinin yara aldığı ve sonunda siyasî cinayete dönüşen kan lekesinin siyasete bulaştığı bir sonuç üzerinden konuşmak ve bunu deşici nitelikte ucuz kıyas ve yorumlar yapmak, düşünce sefaletinden başka bir şey değildir.
Geçenlerde, Menderes’e atılan iftiraların nasıl yapıldığına birinci dereceden şahit olan, o döneminin büro hizmetlilerinden birinin ağzından dinleyen bir yetkilinin anlattıkları tam bir skandaldı. O dönem başbakanlıkta odacı olarak çalışan kişi örtülü ödenek kasasına iç çamaşırların dışarıdan nasıl konduğunu, sonra bunun itibar kırıcı bir şekilde kamuoyunu etkilemek için nasıl aşağılayıcı bir malzeme olarak kullanıldığını bizzat gördüğünü anlatmıştı.
Yassıada’ya götürülen DP’liler çeşitli hakaretlere uğramışlardı. Duruşmalarının savcısı Egesel sorgu sırasında, Turhan Dilligil ve Tarık Mümtaz Göztepe’ye küfür ve hakaretlerde bulunmuştu. Polisleri bile tartaklayarak tokatlamıştı. CHP yandaşları ve medya kol kola, Demokrat Partililer için “düşükler” diye hakaret etmişlerdi.
Dönemin bakanlarından Profesör Rıfkı Salim Burçak’ın hatıralarını okuduğumuzda tüylerimiz diken diken oluyor:
“Yeşilköy’den vapura bindiğim zaman arkadaşları pek perişan gördüm. Bacağından aldığı yaraları kanayan bir bakan, deniz subaylarının getirdikleri tentürdiyotla yaralarını tedaviye çalışıyordu. Bir vali sessizce ağlıyordu. Manzara yürek parçalayıcı idi.(..) Kolumdan kuvvetlice kavrayan birisi beni, Ada Komutanı olduğunu öğrendiğimiz Yarbay Tarık Güryay’ın önüne götürdü. Vapurdan çıkanlardan bazılarının resimleri alınıyor, isimleri okundukça takma adlar ekleniyordu. Tevfik İleri’nin adını “Tevfik Geri” diye okudular.(..)
“Bazı arkadaşların vapurdan çıkarken de dövülmüş olduklarını sonradan işittim. Bir ara, sıradan azıcık yana kaymış olan Refik Koraltan’ın yanına yaklaşan Yarbay Güryay’ın, elindeki sopa ile Meclis Başkanının böğrüne hırsla dürttüğünü, onu adi ve bayağı bir sözle sıraya soktuğunu ıztırapla gördüm. Soğuk ve rüzgârlı bir gece idi. Akşamdan beri başımızdan geçen bunca olayın tesiri ile Marmara’nın ayazında zangır zangır titriyorduk. Yassıada’nın ilk karşılaştığım manzarası, insana Yedikule’yi hatırlatan surları oldu. Bu surların, mazgal deliklerini andıran küçük pencerelerinden zaman zaman uzanan başlar korkunç bir tablo teşkil ediyor, geleceğin acılar ve ıztıraplarla dolu olduğunu haber veriyordu.(..) Koğuşun duvarlarında yazı tahtaları ve bunların üzerinde, günün yaygın kanaatının ifadesi olan yazılar vardı. Kara tahtaya: ‘hoş geldiniz inekler’ ibaresi yazılmış, imza ‘27 Mayıs’tı.”
Fazla söze gerek var mı? “Zalimler için yaşasın cehennem!”
11.01.2007
E-Posta:
[email protected]
|