Aslında çok sık rüyâ gören biri değilim. Nâdiren görürüm ve gördüğüm rüyâların hemen hepsinin yaşadığımız hayatla çok bağlantılı olduğunu yakînen şahit olurum.
Nitekim, bu defa da yine öyle oldu: Buna kendi ailem gibi, geçtiğimiz Cuma gecesi rahmet–i Rahman'a kavuşan Hakkı Yavuztürk Ağabeyin ailesi de şahittir.
Vefatından bir ay kadar evvel gördüğüm bu hayırlı rüyâyı, bilvesile sizlerle de paylaşmak istiyorum.
Öncü bahtiyarlardan
1934 Erzincan Kemaliye doğumlu olan Hakkı Yavuztürk, yurdun muhtelif yerlerinde fedakârane hizmetlerde bulunmuş bir sağlık memuruydu.
Risâle–i Nur'u okuması ve Nur Talebeleriyle tanışması, talebelik hayatının geçtiği İstanbul'da 1952 senesinde nasip olur. Ayrıca, 1960'a kadar Üstad Bediüzzaman Hazretleriyle de mükerrer defa görüşme bahtiyarlığını yaşar.
Bu sebeple, kendisi hem "saff–ı evvel"den bir baytiyar, hem de bilhassa İstanbul'daki Nur hizmetinin çekirdeğini teşkil eden heyetin içinde bulunmuş bir öncü kahramandır: Hakkı Ağabey, İstanbul'da teksir, matbuat ve neşriyat hizmetlerinde bilfiil çalıştığı gibi, burada "Nur'un ilk medresesi" hüviyetini kazanmış olan Kirazlı Mescit Sokağındaki meşhûr "Süleymaniye dershanesi"nin hizmete açılmasında da en aktif rolü oynamıştır.
İleriki günlerde, inşaallah onun bu meyandaki hizmetlerinden ve hatıralarından da söz etmeye çalışırız.
Ev ve işyeri komşuluğu
Hakkı Ağabeyle tanışmamız, 1979 yılının ilk günlerinde oldu. O tarihten vefat ettiği 2007 yılı ilk günlerine kadar, kendisiyle bâzan her gün, bâzan haftada bir ve bâzan da ayda bir olmak üzere, sayısız kereler görüşüp sohbet etme imkânımız oldu.
Zira, Hakkı Ağabeyle iki yönlü bir komşuluğumuz vardı. İkimizin de evi Fatih'te, işyeri ise Cağaloğlu'ndaydı. O, İstanbul İl Sağlık Müdürlüğünde, biz ise aynı cadde üzerindeki Yeni Asya'da çalışıyorduk.
İşte, bu sebebledir ki "saff–ı evvel" ve "son şahitler" kervânından, âcizane en çok görüşüp sohbet edebildiğim ve hatıralarını dinleyerek en ziyade istifadeye mazhar olduğum kişi, aziz Hakkı Yavuztürk Ağabey oldu.
Tam da "Cennet yaşı"nda
Hakkı Ağabey, bundan 3–4 sene kadar evvel ağır bir kalp ameliyatı geçirdi. Kan grubumuz uyuştuğu için, ameliyat esnasında kemâl–i muhabbetle gidip kendisine taze kan verdim. Bundan dolayı da, aramızda apayrı bir muhabbet bağı gelişti.
İyileştikten sonra, zaman zaman kendisine takılır ve bazı "Türkçü" yakınlarını da ima ederek derdim ki: "Bak Hakkı Abi. Şu anda sizin damarlarınızda hâlis 'Kürt kanı' dolaşıyor."
O da bu "Lâtif nükte" karşısında aniden tebessüme gelir, hatta bâzan gözleri yaşarırcasına gülmekten kendini alıkoyamazdı.
İşte, bu derece cân û gönülden sevip hürmet ettiğim Hakkı Ağabeyi, bundan otuz–kırk gün kadar evvel bir gece rüyâmda çok gençleşmiş olarak gördüm. Tam da, Cennet yaşı olan 33 yaşlarında...
Rüyâda çok hareketli, dinamik bir ruh haleti içindeydi. Elinde bir siyah deri çanta vardı ve benimle evimizin önünde Nur'un hizmetlerini konuşuyordu.
Hatta öyle ki, rüyâda dahi bu hale hayret ederek kendi kendime diyordum: "Fesubhanallah, bir insan nasıl olur da bu derece gençleşir? Acaba ameliyattan dolayı mı böyle oldu, yoksa benim kanım mı ona çok iyi geldi de, böyle gençleşti?"
Çok aciptir ki, aynı rüyâda düşünmeye devam ederek "Yoksa, şu anda ben rüyâ mı görüyorum?" diye düşünürken, o tatlı uykudan uyanıverdim.
Hemen ertesi gün, bu rüyâmı Hakkı Ağabeyin kerimesi Yasemin Hanım kardeşime anlattım. Ancak, vâ–esefâ ki ondan şu cevabı aldım: "Lâtif Ağabey, babam çok ağır hasta; evde yatıyor. Hastahaneye götürüp getiriyoruz; ama durumu çok kritik. Sizlerin duâsını bekliyoruz."
Meğerse, Hakkı Ağabeyin son hastalığıymış bu: Ebedül–âbâd yolculuğuna çıkmanın arifesindemiş meğer...
Hemen ziyaretine gitmek istedik. Bir grup arkadaşla gitik; ancak o esnada uyuduğu için geri döndük ve birkaç gün sonra tekrar gidip ziyaret ettik.
Arkadaşlarla onu tam bir şükür, sabır ve metanet hali içinde gördük. O vaziyette bile bizimle tebessümler ederek sohbet etti ve çok mânidar hatıralar anlattı. Biz de, inşaallah onların bir kısmını sizinle paylaşmaya çalışırız.
Büyük kayıp
Hakkı Ağabeyi kaybetmekle, aynı zamanda çok sâdık, çok müdakkik bir okuyucumu da kaybetmiş oldum. Gazetemizi hergün dikkatle takip eder, yazılarımızdan dolayı tebrik ve duâlarını hiç esirgemezdi.
Neşredeceğimiz hatıra notları arasında kullanmak üzere, fotoğraf albümünden seçmeler yapmaya çalışırken, şu gördüğünüz resim birden dikkatimizi çekti. Zira, yukarıda bahsini ettiğimiz rüyâda, Hakkı Ağabeyi tam da o yaşlarda görmüştük.
Dahası, resmin çekildiği tarihe bakmadan önce "Rüyâda, bu halinden iki–üç yaş daha büyük gösteriyordu" diye kendi kendime söylendim.
Resmin arkasına bakınca da, tahminimizin tam isabetle tuttuğunu hayretler içinde gördük: Bu fotoğraf 8.2.1965 tarihinde çekilmişti ki, Hakkı Ağabey bu tarihte henüz 31 yaşında bulunuyordu.
Demek ki, ben onu hakikaten rüyâda Cennet yaşı olan 33 yaşlarında görmüşüm. Cenâb–ı Hakkı rahmet ve mağfireti onun üzerine olsun.
GÜNÜN TARİHİ 11 Ocak 1556
Fuzûli–i Bağdadî
Asıl adı Mehmed olan Bağdatlı şâir Fuzûlî, bir sarî illet (bulaşıcı hastalık) haline gelen tâun (vebâ) sebebiyle Kerbelâ’da (doğ. 1480) vefât etti.
Bağdat Kasidesi, Hüsn ü Aşk, Leylâ vü Mecnûn, Şikâyetnâme gibi önemli eserlerin sahibi de olan Fuzûlî’nin en meşhur ve en çok takdir gören şiiri ise, Hz. Muhammed (asm) için yazdığı “Su Kasidesi”dir. Bu uzun kasidenin bazı beyitleri şöyle:
Saçma ey göz eşkden gönlümdeki odlare su
Kim bu denlü tutuşan odlara kılmaz çâre su
Yâ Habîballah yâ hayrü’l beşer müştakunam
Eyle kim leb-teşneler yanup diler hemvâre su
Yümn-i na’tünden güher olmuş Fuzûlî sözleri
Ebr-i nîsândan dönen tek lü’lü şeh-vâre su
Hâb-ı gafletden olan bîdâr olanda rûz-ı haşr
Aşk-i hasretden tükende dîde-i bîdâre su
Umduğum oldur ki rûz-ı haşr mahrûm olmayam
Çeşm-i vaslun vire men teşne-i dîdâre su
11.01.2007
E-Posta:
[email protected]
|