Alevilik sıfatı altına meşreben Sünniler de girdiği gibi fıkhî mezhep olarak Caferiler ve Zeydiler de girmektedir. Akait boyutunu ifade eden Şiilik kavramı içine ise İsmaililer dahil bir sürü fırka girmektedir. Anlattıklarımız ışığında şunu söyleyebiliriz: Manevî bağlamda Sünnî aleviliği ile siyasi Şii aleviliği veya teşeyyüü birbirinden ayrılmaktadır. Hazreti Ali taraftarlığı anlamında Sünnilere de Şii denebilir mi?
Hariciler ve Emevilere karşı giriştiği mücadelede elbette ki Hazreti Ali meşru otoriteyi temsil ediyordu. Bununla birlikte, Hazreti Ali otoritesini şûrâdan ve sahabilerin tefvizinden alıyordu. Şiilerin inandığı gibi Gadir-i Hum’da Peygamber (asm) tarafından nas ve tayinle veliaht gösterilmesinden değil. Haklı veya haksız sahabiler arasında bir takım nahoş sürtüşmeleri de beşerî içtihatlar veya görüş farkları bağlamında değerlendiriyoruz. Elbette bu niza, ekseninde nefsanî boyutlar da taşıyabilir. Dinen bunun aksini iddia edecek durumda da değiliz. Sahabelerin kebire veya sagire gibi günahlardan masun veya beri oldukları söylenemez. Bununla birlikte, mutlak mânâda değil, ama genel mânâda udul (adil) kabul edilmişlerdir. Zira onların umumî adaletine kadh ve cerh bizzat İslâmın kendisine cerhtir.
Şiiler teşeyyü gereği sahabilerin bir takım hata ve kusurlarını kendi mesleklerini haklı çıkarmak için büyütürken, kimi Sünniler de aksi istikamette bir yöntem benimsemiş veya en azından onlara karşı hürmeti kırmamak için aralarındaki tarihî olayların detaylarına girmemişlerdir. Bu detay meselesini inanç meselesi haline getirmemek gerekir. Bu boyut, ihtisas ehline ve tarihçilere havale edilmiştir. Elbette bütün asırlar için geçerli olduğu gibi aslında ibret almak için Asr-ı Saadet tablosu da bizim için ibret aynasıdır. Burada ehl-i sünnetin en fazla gözönünde tuttuğu husus Asr-ı Saadet modelini veya idealizmini, olaylara bağlamından fazla mânâlar yüklemek suretiyle Asr-ı Saadet realizmiyle yıkmamaktır. Bu konuda Şiilerin ifrat içinde oldukları müsellem bir kaziyyedir. Buna mukabil, Hasan Turabi ve Muhammed B. Muhtar eş Şankiti gibiler Sünnilerin de aynı dönemi aşırı idealize ederek tarih aynasından ibret alamadıklarından yakınmaktadırlar
***
Yavuz Sultan Selim’den sonra Anadolu Aleviliği ile İran aleviliği iki farklı çizgide gelişmiş ve seyretmiştir. Anadolu Aleviliği manevî boyutta kalmış ve onu aşanlar batinî bir boyuta geçmişlerdir. Buna mukabil, İran aleviliği özellikle Lübnan’dan getirilen Kereki gibi âlimler vasıtasıyla fıkhî bir boyut kazanmış; resmî olarak Caferiliği ve onun ötesinde İsna Aşeriliği benimsemiştir. Resmî bir mezhep olmuştur. Anadolu Aleviliği ise gayri resmi bir meşrep olarak kalmıştır. Daha sonra yine resmiyetin ve merkezin dışına atılan Bektaşilikle bütünleşmiştir.
Bu mânâda, İran deneyimi Erdebili Tekkesi çizginin üzerine çıkarak tekamül etmiş ve bir yerde farklılaşmıştır. Anadolu Aleviliği ise aynı yönde gelişmemiş ve Şiilik boyutuna geçmeden genel alevilik boyutunda kalmıştır. Bu açıdan, Anadolu’daki Caferilerden de farklıdırlar. Caferiler İran’daki gelişim sürecini izlemişlerdir. Bundan dolayı, ‘Aynı kökenden geliyoruz’ diye kimi Şii telkinler Aleviler nezdinde makes bulamamıştır.
İran merkezli Şiilik zaman zaman Alevileri de kendi haziresine almaya çalışıyorsa da kökendaşlık üzerinden yapılan bu yaklaşımın temelleri pek sağlam değildir. Çünkü Anadolu Aleviliğinin tekamülü farklı olmuştur ve içinde hem Sünnî, hem de batinî unsurlar ve kesitler taşımaktadır. Zamanla da büyük çapta sekülerize olmuşlardır. Sekülerleşmiş kesimler elbette ki kendilerini Ayetullah Humeyni’nin çizgisinden ziyade Mustafa Kemal’in çizgisine yakın hissediyorlar. Alevilerdeki 12 İmam anlayışı genelde tasavvuf tarikiyle yayılmıştır. Zira Nakşibendiliğin önemli rükünlerinden Molla Cami gibiler Şevahidunnübüvve gibi kitaplarda da ortaya koydukları gibi, onlar 12 İmam muhabbetiyle meşbudurlar. Hem ezoterik, hem de siyasî mânâda Niyazi Mısrı’nin İrfan Sofraları da bu eğilimin örnekleri arasında gösterilebilir. Anadolu Alevilerinin İmam Cafer’e bağlılıkları fıkhî anlamda değil Ehl-i Beyt’e muhabbet bağlamındadır. Ehl-i Beyt muhabbetine genel mânâda alevilik diyoruz. Bu, Sünnilerle Şiiler arasında ortak bir sıfattır. Dolayısıyla Alevilik bu noktada müttehid bir anlayış değildir. Ehl-i beyt muhabbeti mânâsında genel bir sıfattır. İsim anlamı kazandığı noktalarda da illa ki Şii değildir.
***
Fıkhî mezhep noktasında da Alevilik müttehid ve birlik içinde değildir. Ehl-e beyt fıkhı olarak anılabilecek fıkıh ekolleri birden fazladır. Sözgelimi, Caferilik ve Zeydiyye mezhepleri. İsna Aşeriyye ile Zeydiyye bu mânâda hem usulde, hem de furuda birbirinden ayrılmaktadır. Zeldilerin Şii mezhep sayılmaları bile su götürür bir yaklaşımdır. Sünnilerin alevi sayılmaması gibi. Zeydiler siyasi olarak Ehl-i Sünnet anlayışına akaid olarak da Mutezileye yakındırlar. Mutezile ile içli dışlıdırlar. İmam-ı Caferi Sadık’tan da farklı bir anlayışları emr-i bil’maruf ve nehyi anilmünker meselesinde güç kullanımını zaruri görmeleridir. Bundan dolayı kesintisiz isyana inanmışlardır.
Dolayısıyla Aleviliğin üç ekseni de birbirinden farklıdır. Bu açıdan Alevilik adına konuşanlara “Hangi Alevilik?” diye sormak herkesin de hakkıdır. Bu itibarla, Alevilik yer yer iç içe yer yer de birbirinden farklıdır. Siyasal boyutun bir ifadesi olarak Şiilik de öyledir. Birden fazla fırkaları vardır. Bugünkü Şiilik Irak’ta olduğu gibi genel olarak Safevilik ve Farisilik boyutuyla da anılıyor. Bununla birlikte herhangi veya her türlü genelleme de işi basitleştirmek ve sulandırmaktır ve onun da ötesinde, genellemeci yaklaşımlar, hakikatın buharlaşmasını ve de haksızlığı beraberinde getirirler.
11.01.2007
E-Posta:
[email protected]
|