Geçen ay Şili diktatörü Pinochet’in ölümü üzerine yazdığımız yazıda, fıkradaki gibi “Bir bayram günü öldü” demiştik. Saddam ise gerçekten bir bayram günü idam edilerek öldürüldü. Saddam gibi bir çok siyasî idama imza atan, ülkesini en ufak bir makul gerekçe dahi olmadan savaştan savaşa sürükleyen birisi için pek fazla üzülenin olduğunu zannetmiyoruz.
Belki de Irak halkını ya da insanlığı en çok üzen, Saddam’ın, onu kan dökmede birkaç senede geçen işgalciler ve yerli işbirlikçileri tarafından idam edilmesiydi. Baasçılar kan dökerek, muhaliflerinin cesetlerini sokaklarda sürükleyerek iktidarı ele geçirdiklerinde ya da komşularına savaşlar ilân ederken akıbetlerinin bu şekilde olacağını hiç tahmin etmemişlerdi. Çünkü onlar da şimdikiler gibi arkalarında büyük güçler olduğunu düşünüyorlardı. Bölgede nice piyonlarla birlikte şahlar, vezirler de gitti. Fakat henüz satranç oyunu bitmedi.
Meşhur bir söz vardır: “Dar ağaçlarının altında ot bitmez” diye. Gerçekten de sırf siyasî hesaplarla kişilerin toplumların gözü önünde idam edilmeleri; mağdurları, alkışlayanları ve seyirci kalanlarıyla neredeyse toplumun tamamını büyük bir travmaya maruz bırakıyor. Toplumlar en sonunda doğrudan irtibatı olsun olmasın, kimisi savaş, kimisi terör gibi sonu gelmeyen felâketlere sürükleniyorlar. Tarih binlerce hadiseyle buna şahittir. Eski Türkler bir çok tecrübe yaşamış olmalılar ki, devlet adamlarının kanını dökmenin uğursuzluğa ve felâketlere sebep olacağına inanırlarmış. Bir hile ile güya kan dökmeden yay kirişi ile boğarak musibetlerden kurtulacaklarını düşünmüşler ve çağlar boyu bu gelenek devam etmiş.
“Darağacının altında ot bitmez” ama ya petrol? İdamdan hemen sonra Irak’taki petrol paylaşımı ile ilgili kanun taslağını muhalif The Independent gazetesi ele geçirdi. İçerde kardeş kavgası devam ededursun, taslağa göre petrol gelirlerinin yüzde yetmiş beşini otuz yıllığına ABD ve “Bir zaman gelecek bir damla petrol, bir damla kandan pahalı olacak” diyen Churchill’in memleketi İngiltere alacak. Anlaşılan esas bayramı petrolcüler yapacak.
Oynanan oyun açık ve net: iç savaş ve kargaşa devam edecek, Batılılar da dünyanın en büyük petrol rezervlerini sömürmeye devam edecekler. Kafa tutanın da akıbeti güya Saddam gibi olacak.
Gazetenin gizli tutulan bu paylaşım planını ortaya çıkararak, birilerinin yalanlarını yüzüne vurmasıyla inşallah Iraklılar uyanır. Yoksa onlar da çaresiz “Petrol onların olsun, yeter ki kan dursun” mu diyecekler, bilemiyoruz. Ancak her ne olursa olsun işgalcilerin de, ülkelerini Baasçılara duydukları bir kin ve intikam uğruna Batılılara peşkeş çeken yerlilerin de işleri zor.
Aslında savaşları ve benzer büyük hadiseleri mağlupları için öyle planlı programlı hadiseler olarak düşünmek yanlış olur. Bu sebeple onlardan kurtulmak da zannedildiği kadar kolay değildir. Savaşlar ekseriyetle bir semavî afet gibi, bir musibet olarak milletlerin başına gelip çöker. Meselâ Irak’ın işgali için ABD ve İngiltere yönetiminin gerekçe olarak ileri sürdüğü her şeyin yalan olduğu bu gün herkesin kabulü. Gerekçesi olmayan bir savaştan Iraklılar nasıl kurtulabilirlerdi?
Savaş ve işgal gibi musibetlerde kaderin hükmünü kesin olarak görmek gerekiyor. Elbette yüz binlerin hayatını ilgilendiren hadiselerin kaderin hükmünden hariç olacağı düşünülemez. Öyleyse çare musibet için kadere fetva verdiren fiillerde ve hatalarda…
Meşveret ve şûrânın bir tarafa itilerek diktatörlerin baş tacı edilmesi, “Müslümanlar ancak kardeştir” prensibinin unutularak ırk ve mezhep kavgalarının yapılması, Cenâb-ı Hakkın rahmet ve inayetinden mahrumiyete sebep olduğu gibi düşmanların da iştahını çekeceği açıktır.
Mehmet Âkif’in dediği gibi: “Girmeden tefrika bir millete, ona düşman giremez…” Tefrika ve ikilik olmasaydı işgalciler Irak’a girmeye cesaret edebilirler miydi?
Peygamberimiz (a.s.m.) Veda Hutbesindeki en mühim ikazlarının birinde “Sakın benden sonra eski sapıklıklara dönüp de birbirinizin boynunu vurmayınız” buyuruyor. Irak maalesef siyasetteki kan dâvâsının zaman zaman zirveye çıktığı bir bölge olmuştur. İç savaş, idamlar ve katliâmlar, tam ilkel kabile kavgaları ya da Peygamberimizin (a.s.m.) ifadesiyle “cahiliyye sapıklıkları”…
İnşaallah bu musibet, hem kefaret olarak, hem de İslâm âlemine verdiği derslerle vazifesini tamamlamıştır ve kısa zamanda biter.
10.01.2007
E-Posta:
[email protected]
|