Türkiye’nin ertelenmiş problemleri birer birer gün ışığına çıkıyor. Medyanın insafı aşan abartıları ile birlikte karanlık noktaları deşifre edici karakteristiği, kamuoyunun bilinçlenme ve tartışma zeminini renklendirmektedir.
Statükonun ayak bağı çözüldükçe; statik yapı, eksiklikleri seslendiren basiretleri suçlama saplantısına ağırlık veriyor. Çözüme muhatabını dahil etme ve çok taraflılık içinde birliğin sistematiğini kurma yerine, elindeki gücün etkisi ile dayatmayı tercih ediyor.
Tam bu noktada demokrasi ikliminin sesli düşünme sınırlarında patlamalar yaşanıyor. “Sabotaj” eğilimleri ve kuşku uyandıran çıkışlar yaşanıyor.
Kendini korumayı ve kollamayı esas alan, konumuna ve kaynaklarına kendini adamış bir ideolojik kabızlığın tepki biçimi, ortalığı telâşlandırmaya çalışıyor. “Acaba neler oluyor?” endişesini uyandırmaya uğraşıyor.
Bu yetmiyor, “Galiba ülke kargaşaya gidiyor” zihni bulanıklığına tereddüt bulutunu katıyor. Daha ilerisi, “Bizde demokrasi olmaz” bilinçaltına servis yapma gayreti gösteriyor. Sonraki mutsuzluk girdabı ise, “Biz adam olmayız” cümlesinin labirentlerinde, olumsuzlukları öne çıkarıp pozitif yaklaşımların önünü kesmeye yelteniyor.
Kim bunlar?
Demokrasiyi, insan hakkını, beraberce rahat düşünme ve karşılıklı müzakere ortamından irade oluşturmaya müsaade etmeyen her kurum, kuruluş ve mahfil, yukarıdaki sıkışıklığa mazeret pompalıyor. Kördüğüme katkı yapan her adım, bizi amacımızın dışına iter. Velev ki, histerik tatmin yakalansa da.
2007’ye girerken, kendimizle yüzleşmenin şoklarını yaşıyoruz. Bir tarafta Kuzey Kıbrıs Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat bir üst geçidi kaldırmaya çalışırken, müdahale yaşıyor. Maalesef Türkiye ile yaşanan “kriz” basına yansıyor. Millî iradeyi temsil eden ve seçilmiş bir cumhurbaşkanı ile bürokrasinin karşı karşıya gelmesi, Türkiye’nin demokratik olgunluk sınavını zora sokuyor.
Benzer şekilde cumhurbaşkanlığı seçimi anayasada açıkça ifade edilmiş ve hükme bağlanmışken, önümüzde uygulamalar ve teamüller varken, bu kadar yıllık devlet geleneğini, tevillere ve gayr-i ciddî metin yorumlarına kurban etme eğilimi, şık kaçmıyor. Siyaset bezirgânlarının ve kayıt dışı siyaset heveslilerinin, hukuku tartışmaya açma pahasına kamuoyunda kaos oluşturmaya çalışmaları, kontrollü gerilim stratejisinden başka bir şey değildir.
Son altı aydır, gözümüze çöp batarcasına görmek zorunda kaldığımız okullarımızdaki şiddet, uyuşturucu ve terör dalgası, ayrı bir vehametin ve çürümüşlüğün sinyallerini veriyor. Hâlâ gençliği değerlerinden koparma çabaları ve çağdaşlık aldatmasının arkasına gizlenmiş sinsi tuzakların gençliğe musallat olmuş vampir duruşunu görmeyip, irtica şaşırtmacası ile gündemi saptırmak, doğrusu gafletten öte bir şey olsa gerek.
Çocuk pornografisinin basına yansıması ile yapılan operasyonlarda, bu çirkin tezgâhları örgütleyenlerin profiline bakıldığında, çoğunlukla kariyer sahibi, eğitimli ve etkili insanlar olduğunu görüyoruz.
Bu mu topluma vaad edilen mutluluk ve çağdaşlık? Kamu vicdanını tahrip eden gasp ve aile cinnetleri de işin cabası. İnsan tanımında anlaşamayan, beklentilerini doğru okumaktan uzaklaşıp ideolojik kalıplar dayatan bir süreçte, insanımıza ait değer sistemini nasıl iyileştirmeye dahil edebiliriz?
Bu kadar suç işleniyor, acaba bu suç envanterinde başörtüsünden dolayı kaç sabıkalı var? Daha doğrusu suçu böyle tasnif etmek bile doğru değil. Sadece “tehdit algılaması”nı sorgulamak anlamında söylüyorum.
14 milyon aile normal standartlarda yaşamıyor. Çocuk yuvalarındaki rezalet göz önünde. Yolsuzluk diz boyu. İşsizlik almış başını gidiyor. Eğitim sistemi sakat ve bunalım üretiyor. Boşanmalar tırmanıyor. Demokratik açılımlara takoz olunuyor.
Sonra varsa yoksa, irtica ve cumhurbaşkanlığı seçimi. Kamu hassasiyeti, bu aymazlığı hazmetmez. Mutlaka demokratik sillesini vurur. Makul çözümlerde toplumu rahatlatacak söylemlere, en çok 2007 yılında ihtiyacımız olacak.
Sağırlar diyaloğunda çözümsüzlükten geçinmek, bir fırsatçılıktır. Markaların inovasyon manifestosu’nun yazarı John Grant’ın dediği gibi yaşadıklarımız; “Kurumsal kabızlığa karşı örgütlenmiş kaos”tur. Böyle yaşamak, negatif ikilemdir.
Bize düşen, hep pozitif ve çözüm odaklı bir şey öğrenmek, yapmak ve paylaşmak olmalı.
10.01.2007
E-Posta:
[email protected]
|