Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri, taa bu asrın başlarında İslâm ülkeleri ve Müslümanların fakirlik ve sefalet içinde kalıp terakki edememelerinin bir sebebinin de sinsice tezgâhlanmış sömürü ve soygun düzeni olduğunu ifade etmiştir. Lemalar ve Mesnevi-i Nuriye eserlerinde “Hem görmüyor musun ki, zaruri kûttan ziyade Müslümanların elinde bırakılmıyor. Ya Avrupa kâfir zalimleri veya Asya münafıkları desiseleriyle ya çalar ya gasbeder” diyerek o günlerde pek fark edilmeyen büyük oyuna dikkat çekmiştir.
O günden bu güne, gerek İslâm âlemindeki ve gerekse diğer üçüncü dünya ülkelerindeki sınırlar başta olmak üzere, siyasal iktidar ve ekonomik sistemler hep belli merkezlerden planlı ve projeli olarak ayarlanmış ve bu günlere gelinmiştir. Pek çok kimse, sınırlar ve iktidarların kendiliğinden, tabiî veya tarihî gerekçelerden dolayı değiştiği inancını taşımaktaydı. Bunlardan ilk evvelâ sınırların—Ortadoğu ülkelerinde olduğu gibi—nasıl cetvellerle çizildiğini, sonra Keşmir’de, Karabağ’da olduğu gibi nasıl etnik ve kültürel açılardan özel bir ayarlama ile bir takım ülkelerin ve toplumların arasına problem kaynakları sıkıştırıldığını fark etti. Son kertede ise artık ülkelerin yöneticilerinin de öyle sanıldığı gibi iç ortamların sevkiyatıyla ve toplumun desteklemesiyle zuhur etmediklerini acı acı anlamaya başladılar. Ve şunu da anladılar ki kendi milletinin iradesiyle iktidara gelip bir takım merkezlerin kuklalığını yapmayanların başlarına getirilen bin bir türlü badireler de tesadüf değildir. Bir takım surî sebep ve suçlamalarla yıkılan hükümetler ve iktidarlar gizli hesaplaşmanın ve cezalandırmanın muhatabı olmuşlardır. Bazı ülkelerdeki askerî ihtilâller ve cunta faaliyetleri sonucu tepetaklak gitmeler bundandır. Örnek vermeye gerek var mı, bilmiyorum.
Her yanımız bunların acı misalleriyle doludur.
Ortadaoğu’daki petrol üretip satan ülkelerin elbetteki gelirleri, üretim yapmayan ülkelere göre bir avantaj ve lütuftur. Ne var ki petrol zengini bu ülkelere, üretilen ve satılan petrol karşılığında kazanılan her 100 doların sadece 15 dolarının kaldığını, geriye kalan 85 doların bu işin siyasî ve ekonomik düzenini tezgâhlayanlara gittiğini çoğumuz bilmeyiz bile.
Bütün bunları şunun için söylüyorum. Bediüzzaman Hazretleri, müthiş bir sömürü sisteminin kurulmuş olduğunu ifade ederken iki unsura dikkat çekmektedir. Birincisi Avrupa kâfir zalimleri, ikincisi Asya münafıkları. Avrupa zalimlerini geçelim, ancak şu bizim Asya münafıkları üzerinde uzun uzun düşünelim.Vatan kurtaran aslanlar, ebedi liderler, bilmem ne aslanı, bilmem ne kaplanı, bilmem ne kahramanı diye payelerle kendilerini büyük devlet adamı ve eşsiz kurtarıcı olarak lanse edenlere bir dikkat ediniz, çoğunun getireni de götüreni de hep başkadır. Bir kukladan, bir menfaat işbirlikçisinden başka bir şey değildir. Halkını hamaset edebiyatıyla, yurtseverlik marşlarıyla, meydanlara diktirdiği kahramanlık heykelleriyle aldatan bu münafıklar misyonları tamamlanınca nasıl bir ihanetle alaşağı edilip yerlerine yenilerinin getirildiğini bir düşünselerdi herhalde ülkeleri ve insanları bu kadar sefil ve perişan olmazdı.
Günübirlik trajik olaylarla acıma mekanizmamızı hedefinden saptırıp zaman kaybetmenin, ondan daha önemlisi güç ve kan kaybetmenin bir anlamı olmasa gerek. Yüksek bir tepeye çıkarak manzarayı daha derli toplu seyredebilmek gibi, tarihin ve siyasî tarihin ayrıntılarını daha net ve detaylı görmek için biraz daha üst seviyelerden bakarak tahlil yapmadığımız sürece biz Asya insanları, daha çook acıklı olaylarla, ciğersuz vakalarla oyalanıp durururuz.
11.01.2007
E-Posta:
[email protected]
|