T ürkiye tarihinin dönüm noktasını teşkil eden I. İnönü Harbi, Eskişehir'in "İnönü mevkii"nde başladı.
Türk ve Yunan kuvvetleri arasında 9 Ocak günü öğleden sonra başlayan bu şiddetli muharebe, aslında İstiklâl Harbinin de kaderini tâyin eden bir ölüm–kalım mücadelesiydi.
Zira, aynı günün erken saatlerinde yaşanan Bilecik ve Bozüyük işgalinin hemen ardından orta Anadolu'ya doğru hızla ilerlemeye devam eden Yunan kuvvetleri, ilk kez bu noktada durdurularak adeta şaşkına döndürüldü.
Şaşkınlığın sebebi, burada bu derece çetin bir direniş hareketi ile karşılaşılacağının önceden hiç hesaplanamamasıydı.
Yunan kuvvetleri, gerek asker ve gerekse silâh gücü itibariyle, karşılarındaki Millî Kuvvetlerin yaklaşık iki misli kadar bir mevcuda ve imkâna sahipti.
Buna rağmen, Millî Kuvvetler bir adım bile geri atmaksızın, cansiperâne mücadele etti ve istilâcı kuvvetleri İnönü mevkiinde duraklatmayı başardı.
Tabiî, her iki tarafın da kayıpları çoktu ve sayıları binlerle ancak ifade edilebiliyordu.
Ağır kayıplara rağmen, aylardır süregelen işgal ve taarruz hareketinin burada durdurulmuş olması, gerçekte bir zaferdi. Ama, aynı zamanda yaşanacak olan daha büyük zaferlerin hem habercisi, hem de başlangıcını teşkil ediyordu.
* * *
Bu arada önemli bir noktayı vüzûha kavuşturmak, tarihî olduğu kadar aynı zamanda vicdanî bir vazife olsa gerektir. O da şudur ki: Birinci İnönü Muharebesinin başladığı ve zafere giden ümit kıvılcımlarını yaydığı 9 Ocak 1921 günü, güya "cephe komutanı" olan Albay İsmet Bey, savaş meydanında, yani İnönü mevkiinde değildi.
Evet, kesin olarak orada değildi. Kaldı ki, İsmet Beyin o gün orada olduğunu gösteren güvenilir hiçbir bilgi, yahut belge bulunmuyor.
Dahası, kendisi "Batı Cephesi Komutanlığı"na getirilmiş olmasına rağmen, o gün için o mevkide böyle bir zafer kazanılacağına dair bir ümidi, bir inancı yoktu.
Zaten bu ümitsizliği sebebiyledir ki, o Yunan kuvvetlerine karşı koymak yerine, yanına aldığı büyük bir askerî kuvvetle Çerkez Ethem'in peşine düşmeyi tercih etmişti.
Nitekim, o günlerin tarih kayıtlarına baktığımızda, Albay İsmet'in Kütahya Gediz taraflarında olduğunu görmekteyiz. Burada, emri altına girmeyi reddeden Ethem Beyi adeta ittire ittire Yunan tarafına sığınmaya zorlamakla meşguldür. Tâ ki, en güçlü rakibi diskalifiye olsun ve kendi önü açılsın.
Evet, maalesef o kritik günlerde bile, çok büyük katakulliler ve dalavereler yaşanmıştır. Düşünün ki, Şark Cephesinde zafer üstüne zafer kazanmış olan Kâzım Karabekir gibi bir paşa (general) Ankara'da adeta âtıl vaziyette tutuluyor ve daha bir albay rütbesinde olan İsmet Bey, Batı Cephesi Komutanlığına getirtiliyor.
Zaten, siyasî ayak oyunlarından anlamayan Ethem Beyin isyanı da bunaydı. Ancak, kurulan tuzakları önceden bilemediği ve usûlünce aşmayı muhakeme edemediği için, aradan çıkmayı ve yurt dışına gitmeyi tercih etti.
* * *
Böylesine kritik bir zamanda, Millî Kuvvetlerle harb etmek istemeye Ethem Bey, kardeş kanı dökülmesine gönlü razı olmadığı için, geri çekilme sinyalleri verdi.
Bu gelişmeyle eş zamanlı olarak, kahraman askerimizin İnönü mevkiinde düşman taarruzunu durdurduğu haberi, etrafa bir büyük müjde olarak yayıldı.
Millî Kuvvetlerin zafere doğru önemli bir adım attığını duyan İsmet Bey ise, hemen ertesi gün İnönü mevkiinin yolunu tuttu ve burada kazanılmış olan başarıyı kendi şahsına mal etmenin derdine düştü.
* * *
Gariptir ki, binlerce askerimizin can verdiği I. İnönü Zaferi, bütünüyle Albay İsmet'e mal edildi.
Nitekim, o tarihe kadar albay rütbesinde iken, 1 Mart 1921'de birden generalliğe (paşalığa) yükseltildi.
İşte, o günden sonra artık "Paşalık" rütbesi verilen İsmet Beye, 26 Kasım 1934'te ise, soyadı kànunu gereği ona "İnönü" soyadı verilmiş oldu.
Bunun gerekçesi ise, Birinci (Ocak 1921) ve İkinci (Nisan 1921) İnönü Zaferlerinin onun şahsında kazanılmış olduğunun kabul edilmesiydi.
Böylelikle, on binlerce şehit veren kahraman ordunun şerefi bir tek kişiye verilmiş oldu. Tıpkı, başka örneklerde de olduğu gibi...
BELGE
Viyana Bozgunundan İnönü Zaferine...
1921 senesinin Ocak ve Nisan aylarında istilâcı Yunan kuvvetlerine karşı İnönü'de peşpeşe kazanılan iki önemli zaferle, tâ "Viyana Bozgunu"ndan beri devam edegelen Haçlı taarruzunun ilk kez geriletilmesi, geri püskürtülmesi sağlanmış oluyordu.
Üstad Bediüzzaman'ın da Lemaât isimli eserinde (Osmanlıca el yazması) ifade ettiği gibi, Eskişehir'de elde edilen bu iki zafer, "zahiren küçük" olmasına mukabil, tarihin dönüm noktasını teşkil etmesi açısından, bunların kıymeti "bâtınen pek büyük" olmuştur.
Orijinal ifadeleri şöyledir:
Alem–i İslâm cihadı, zamanen iki yüz senelik, mekânen iki yüz günlük tedafüî bir harp ve darb cephesi daima var idi.
En son siperi ise, bu yeni senedir (1921), hem Eskişehir'de idi. Zâlim kâfirin en son taarruzu da bu cephede hemen kırıldı.(...)
Alem–i İslâmın hak ve hürriyetinin istidradı için, biiznillah tedafü'den taarruza geçiyor; belki çok yerlerde geçti.
İnönü'nün (Eskişehir) iki zaferi, zâhiren ger küçüktür; bâtınen pek büyüktü...
(Not: Yukarıdaki ifadelerin yer aldığı Lemaât isimli manzum eser, 1921 senesi Ramazan ayında İstanbul Çamlıca'da te'lif edildi.)
09.01.2007
E-Posta:
[email protected]
|