|
|
ÂYET-İ KERİME MEÂLİ
Şüphesiz ki Yunus da peygamber olarak gönderilenlerdendi. O yolcu dolu bir gemiye kaçmıştı. Sonra kura çektiler ve o kaybetti.
Sâffât Sûresi: 139-141
|
09.01.2007
|
|
HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ
Borç altına girerek kendi kendinizi korku içine sokmayınız
Câmi'ü's-Sağîr, c: 3, 3856
|
09.01.2007
|
|
Kardeşlik; Müminlerin kudsî kalesi
Câ-yı teessüf bir hâlet-i içtimaiye ve kalb-i İslâmı ağlatacak müthiş bir maraz-ı hayat-ı içtimaî: “Haricî düşmanların zuhur ve tehacümünde dahilî adâvetleri unutmak ve bırakmak” olan bir maslahat-ı içtimaiyeyi en bedevî kavimler dahi takdir edip yaptıkları hâlde, şu cemaat-i İslâmiyeye hizmet dâvâ edenlere ne olmuş ki, birbiri arkasında tehacüm vaziyetini alan hadsiz düşmanlar varken, cüz’î adâvetleri unutmayıp düşmanların hücumuna zemin hazır ediyorlar? Şu hâl bir sukuttur, bir vahşettir, hayat-ı içtimaiye-i İslâmiyeye bir hıyanettir.
Medar-i ibret bir hikâye: Bedevî aşiretlerinden Hasenan aşiretinin birbirine düşman iki kabilesi varmış. Birbirinden, belki elli adamdan fazla öldürdükleri hâlde, Sipkan veya Hayderan aşireti gibi bir kabile karşılarına çıktığı vakit, o iki düşman taife, eski adâveti unutup, omuz omuza verip, o haricî aşireti def edinceye kadar dahilî adâveti hatırlarına getirmezlerdi.
İşte, ey mü’minler! Ehl-i iman aşiretine karşı tecavüz vaziyetini almış ne kadar aşiret hükmünde düşmanlar olduğunu bilir misiniz? Birbiri içindeki daireler gibi yüz daireden fazla vardır. Herbirisine karşı tesanüd ederek, el ele verip müdafaa vaziyeti almaya mecburken, onların hücumunu teshil etmek, onların harîm-i İslâma girmeleri için kapıları açmak hükmünde olan garazkârâne tarafgirlik ve adâvetkârâne inat, hiçbir cihetle ehl-i imana yakışır mı? O düşman daireler, ehl-i dalâlet ve ilhaddan tut, tâ ehl-i küfrün âlemine, tâ dünyanın ehvâl ve mesâibine kadar, birbiri içinde size karşı zararlı bir vaziyet alan, birbiri arkasında size hiddet ve hırsla bakan, belki yetmiş nev’i düşmanlar var. Bütün bunlara karşı kuvvetli silâhın ve siperin ve kalen, uhuvvet-i İslâmiyedir. Bu kale-i İslâmiyeyi küçük adâvetlerle ve bahanelerle sarsmak, ne kadar hilâf-ı vicdan ve ne kadar hilâf-ı maslahat-ı İslâmiye olduğunu bil, ayıl.
Ehâdis-i şerifede gelmiş ki: “Âhirzamanın Süfyan ve Deccal gibi nifak ve zındıka başına geçecek eşhâs-ı müdhişe-i muzırraları, İslâmın ve beşerin hırs ve şikakından istifade ederek, az bir kuvvetle nev-î beşeri hercümerc eder ve koca âlem-i İslâmı esaret altına alır.”
Ey ehl-i iman! Zillet içinde esaret altına girmemek isterseniz, aklınızı başınıza alınız. İhtilâfınızdan istifade eden zalimlere karşı “Mü’minler ancak kardeştirler” (Hucurat Sûresi, 49:10.) kale-i kudsiyesi içine giriniz, tahassun ediniz. Yoksa, ne hayatınızı muhafaza ve ne de hukukunuzu müdafaa edebilirsiniz.
Malûmdur ki, iki kahraman birbiriyle boğuşurken, bir çocuk ikisini de dövebilir. Bir mizanda iki dağ birbirine karşı muvazenede bulunsa, bir küçük taş, muvazenelerini bozup onlarla oynayabilir; birini yukarı, birini aşağı indirir. İşte, ey ehl-i iman! İhtiraslarınızdan ve husumetkârâne tarafgirliklerinizden, kuvvetiniz hiçe iner; az bir kuvvetle ezilebilirsiniz. Hayat-ı içtimaiyenizle alâkanız varsa, “Mü’minin mü’mine bağlılığı, parçaları birbirini tutan binâ gibidir” (Buharî, Salât: 88) düstur-u âliyeyi düstur-u hayat yapınız, sefalet-i dünyevîden ve şekavet-i uhreviyeden kurtulunuz.
Mektubat, s. 261
|
09.01.2007
|
|
Tereddüdünüz olmasın
Tereddüt darlığından tevekkül genişliğine geçmek, teslim yoldan geçer. Sonu selâmettir teslimin, bulabilirsen sağlam yolu…
Tereddüt, sisli yolda yol almaktır, zik zak yapmaktır kaygan zeminde… Zihni kargaşada, kalbi karamsarlıkta, duyguları dağınık bırakır tercih edememek… Git geller yaşatır, gidilmez ve dönülmez yollarda…
Tereddüt tâliminden geçmeden teslim genişliğine, teslimden tevekkül yüceliğine ulaşmak mümkün mü? Saadet sıradan ve rastgele değildir, tereddüt dalgaları aşmasını bilen kavuşur ona.
Hayat denizinde tereddüt dalgalar hep vardır, hayatın kendisi tereddüttür zaten… Varlıkla yokluk arasında sürekli gidip gelmektedir zira… Gece ile gündüz gidiş gelişleri yaşar her günde… Siyahtan beyaza bütün renkleriyle döner devamlı…
Esir denizinde yüzmüyor mu atom, güneş, ay, dünya, yıldızlar, galaksiler… Madde enerji dalgası değil mi? Kâinat bu kararlı kıvamına kavuşuncaya dek ne titreşimler, ne dalgalamalar geçirdi… Atomdan galaksilere kâinattaki değişim ve dönüşüm hakikat havunuza dökülünceye kadar sürecek, kıyamet titreşiminden sonra her şey hakikî haline kavuşacak.
Melek ilhamı, şeytan vesvesesiyle savrulur durur kalp… Sükûnu savuran tereddüt rüzgârlar, kalbi muhayyir bırakır. Duruluncaya kadar çalkanır durur… Sevdikleri terk ettikçe sevmede tereddütte kalır, bağlandıklarının basitliğini bildikçe de bel bağlamak istemez birşeye… Bağlanacağı hakikî sevgiliyi buluncaya dek kalbi terk etmez tereddüt.
Duygular düşüncesizce değişim geçirir, tereddüt çalkantılar yaşar. Karar arar duygusuz düşünceler, sarkık kalır fikirler… Temkinsiz istekler sineleri sarsar… Umut ile umutsuzluk, iyimserlik ile karamsarlıkta salınmaktan yorulan ruh, huzur sükûn arar…
“Bir”e giden yol bir değildir, binler de değildir… Zerrelerden güneşe kadar mertebeler vardır, uzun olduğu kadar kısa, kısa olduğu kadar uzun olan bu ince yolda… Herkes kabiliyetince bilir “Bir”i… Birinin bilişini öteki bilemez, herkese ayrı renkte yansır hakikat güneşi… Bir damla suda da görürsünüz onu, koca denizde de, dalgalar sayınca da…
Kulunun zannı üzerine Zât-ı Akdes… Herkesin zannı aynı değil, ayrışma ve kaynaşma burada.
Berzahlar darlığında oldukça tereddüt dalgalanmalar sürecektir… Kalp önündeki perdeler aralandıkça tereddütler azalacak, yakine yakın olunacaktır.
Hakikat yolcularının geçeceği dar geçitlerden biridir tereddüt… Sabırla süren tahkik teslime, teslim tevekküle, tevekkül iki âlemin saadetine götürecektir. Bunda hiç tereddünüz olmasın… Melek eller kalbinizin kabzasından tutup Nur denizlerde yüzdürsün inşaallah.
[email protected]
|
Hüseyin EREN
09.01.2007
|
|
Selahaddin Çelebi
Vefatının 30. yılında rahmetle anıyoruz
Nazif Çelebi'nin oğlu olan Selahaddin Çelebi, 1913 doğumludur. Uzun yıllar Nur Risâlelerine fedakârâne hizmet etmiştir. Nur'un mektuplarında isminden ve hizmetlerinden bahisler vardır. İnebolu eşrafından olan Selahaddin Çelebi, 9 Ocak 1977'de vefat etmiştir.
Önceleri, kalemle yazarak çoğaltılan Risâle-i Nur eserlerinin, ilk defa Teksir Makinası ile çoğaltılmasına, o vesile olmuştur. Bunu hatıralarında şöyle anlatır:
“İstanbul'da bir ticarethanede teksir makinası gördüm. Bu makinanın bir dakikada yüz sahife bastığını öğrenince hemen makinayı satın alarak İnebolu'ya getirdim. İlk defa Nurlardan Yedinci Şuâ, ‘Kâinat Seyyâhının Müşahadeleri’ olan Âyetül-Kübra Risâlesini teksirle çoğalttık. İlk nüshayı Üstad'a götürdüğüm zaman fevkâlade memnun oldu. Eserin sonuna hissiyatını şu cümlelerle ifade etti: ‘Ya Rabbi! Bir kalemle beş yüz nüsha yazan Nazif Çelebi ve mübarek yardımcılarını Cennetü'l-Firdevs’te mes'ûd kıl.’” (Son Şahitler, 2. Cild, s. 108)
‘Teksir makinası, bin kalemli Nurcudur’
Bediüzzaman Hazretleri, sıkıntılı bir zamanındayken, teksir makinasının çıkarak kendisine teselli ve sevinç verdiğini şu sözleriyle anlatmıştır.
“Bir zaman Emirdağı’nda ikamete memur ve tek başıma, menzilde adeta bir haps-i münferit ve bana çok ağır gelen tarassutlar ve tahakkümlerle bana işkence vermelerinden, hayattan usandım, hapisten çıktığıma teessüf ettim. Ruh u canımla Denizli hapsini arzuladım ve kabre girmeyi istedim ve ‘Hapis ve kabir bu tarz-ı hayata müreccahtır’ diye, ya hapse veya kabre girmeye karar verirken, inâyet-i İlâhiye imdada yetişti, kalemleri teksir makinesi olan Medresetü’z-Zehrâ şakirtlerinin ellerine yeni çıkan teksir makinesini verdi. Birden, Nurun kıymettar mecmualarından her tanesi, bir kalemle beş yüz nüsha meydana geldi. Fütuhata başlamaları, o sıkıntılı hayatı bana sevdirdi, ‘Hadsiz şükür olsun’ dedirtti.” (Lem'alar, s. 257)
Bediüzzaman, teksir makinasından ‘Nurcu ve bin kalemli kâtip’ şeklinde bahsettiği bir başka mektubunda ise, Risâleleri elle yazarak çoğaltmaktan kazanılan sevabın, bu makinanın gelmesiyle eksilmeyeceğine, bilâkis faaliyetlerin artacağından, daha fazla sevap kazamaya vesile olacağına da dikkat çekmiştir:
“Sekiz yüz sayfayı bin beş yüz nüshaya ve bir milyon sayfalara çıkaran o makine, elbette gaybdan imdadımıza gelmiş Nurcu ve bin kalemli bir katiptir. (...) Bir zaman bir memlekete şimendifer geldiği vakit, arabacılar telaş edip dediler: ‘Bizim san'atımız bozuldu.’ Halbuki şimendiferin gelmesiyle memlekette faaliyet çoğaldığından, faytonculuğa iki kat ziyade ihtiyaç olmuş. İnşaallah, onun gibi Nur yazıcıları, değil tevakkuf, belki daha ziyade yazı ile defter-i a'mallerine hasenat kaydedecekler.” (Emirdağ Lâhikası, s. 156)
Evet, o sıkıntılı ve zor günlerde, teksir makinasını getirerek büyük bir hizmete vesile olan Selahaddin Çelebi'ye Allah gani gani rahmet eylesin.
|
09.01.2007
|
|
Günlük (9 Ocak 1960)
Düello
İnönü’nün Gazeteciler Cemiyetinde, Bediüzzaman’la ilgili olarak ileri sürdüğü iddialar, Ankara’ya bomba gibi düştü.
Menderes, İnönü’ye ânında cevap verdi. Ortalık karıştı. Başbakan açıklamayı Anadolu Ajansına yaptı. Gazeteler, haberi manşetten kullandılar. Basında tam bir Said Nursî depremi yaşanıyordu.
Akşam, 9 Ocak 1960:
“Başbakan Said-i Nursi meselesini ele aldı.”
“İnönü’ye cevap veren A. Menderes, ‘İsnatları nefretle reddederim’ dedi.”
“Gericilik faaliyeti görülen DP Emirdağ İlçe Kuruluna Başbakan el çektirdi.”
“Başbakan Adnan Menderes, Said-i Nursi meselesine bizzat el koymuş ve bu mevzuda İnönü’nün konuşmasını cevaplandırmıştır. Başbakan, Nursî meselesiyle ilgili olarak, DP Emirdağ İlçe Kuruluna da işten el çektirmiştir.”
Hürriyet gazetesi ise haberi şöyle veriyordu:
Hürriyet, 9 Ocak 1960:
“Başvekil, İnönü’ye Nursî için sert bir cevap verdi.”
“Menderes şöyle dedi: İnönü sözlerini geri almazsa, nefretle kendisine iade edeceğim.”
Milliyet, Anadolu Ajansının haberini olduğu gibi yayınlamış, hiçbir yoruma girmemişti:
Milliyet, 9 Ocak 1960:
“Nurculukla ilgili hareketlerde bulunan Emirdağ DP İdare Hey’eti azledildi.”
“Menderes, Nursi’nin DP için çalıştığı ithamını reddetti.”
“Emirdağ ilçe idare heyetinin hükümet işlerine karışmaya dahi kalktığı açıklandı.”
“Başvekil dün Said-i Nursi’nin DP hesabına seçim propagandası yaptığı hakkındaki ithamları reddetmiştir. Başvekil, İnönü bu ithamları geri almadığı takdirde bunları, nefretle kendisine iade edeceğini, söylemiştir.”
Tartışmaya geniş yer veren gazetelerden birisi de Cumhuriyet’ti:
Cumhuriyet, 9 Ocak 1960:
“Said-i Nursi meselesinde Menderes’in İnönü’ye cevabı: Başbakan, DP’nin Said-i Nursi’yi seçim için vazifelendirdiğini söyleyen İnönü’den bu sözlerini geri almasını istiyor.”
“Gençlik teşekkülleri irticaa savaş açıyor: Siyasal Bilgiler Fakültesi Derneği Başkanı, ‘Devrimci gençler olarak artık sabrımız taşmıştır’ dedi. Köy imamlarının, şimdi köy öğretmenlerinden daha çok rağbet gördüğü de belirtiliyor.”
“İnönü: Devrimleri yeni Türk devletinin düsturu olarak benimsemek gerek.”
Bu tartışmalar sürerken, başta Bayar ve Menderes olmak üzere, DP yöneticileri Hirfanlı Barajının açılışındaydı. Menderes’le Bayar arasında, bu konuda, tek bir kelime edilmedi.
Menderes’in Anadolu Ajansına yaptığı açıklama oldukça kısaydı. Tüm gazeteler bunu kullandılar:
“Şimdi arkadaşlarım bana İsmet İnönü’nün Gazeteciler Cemiyetinde yaptığı bir konuşmasından bahsettiler. Bu konuşmasında İnönü, Demokrat Parti’nin Said Nursi’yi seçimlerde vazifelendirdiğini söylemiş. Bu, Demokrat Parti’nin öteden beri maruz bırakıldığı adi isnat ve iftiralar cümlesindendir. Şayet İsmet İnönü bu sözlerini geri almazsa, kemal-i nefretle kendisine iade ederim.” (...)
Menderes bir adım daha atıyordu. Demokrat Parti Emirdağ İlçe Yönetimini görevden alıyordu. İlçe Başkanı Hamza Emek'ti. Bediüzzaman'ın yakın talebesiydi, Hamza Emek. (...)
Menderes’in tepkisi umulandan sert oldu. Aslında, ne Bediüzzaman’ın Demokrat Parti için propaganda gezisine çıkma gibi bir hevesi vardı, ne de Menderes’in böyle bir talebi.
İnönü’nün sözleri DP iktidarını “evhamlandırdı.”
(Ankara Siyaseti ve Said Nursî,
Serdar Murat, Y. Asya Neş., s. 47-49)
|
09.01.2007
|
|
Saff-ı evvel anneler
Vakur müstağnî halleri, sade kıyafetleri
Ders verdi bize Nur’un o saff-ı evvelleri.
“Bizler sadece üzerimize düşeni yaptık,
Üstad’dan duâ alıp şerbetleri bal yaptık.”
İhlâs sinmiş hallerine, şükür gelmiş dillerine,
Polat gibi sarsılmaz, Polat anne doğuda,
Emine Sungur anne numunedir batıda,
Çalışkan Talia’lar pervanedir her satırda..
“Sahip çıkın Nurlara” diyorken Sungur anne,
Nasıl bir anne idi, onun dilinden dinle:
“Emzirirken çocukları Risâle okuyordum
Hem kendime, hem eşime hamdolsun bakıyordum.”
“Yedi çocuğa baktım, eşime destek oldum,
Rabbim darda koymadı nurlu bereket buldum,
Üstad ile görüşüp duâya mazhar oldum,
Ondan sonra ruhumda sonsuz bir huzur buldum.”
Muhterem bacılara Zübeyir’ce bir müjde;
“İstanbul’un fâtihi kadınlar olacaktır.
Nurlara sahip çıkıp her yana yayacaktır.
Dünyanın her bir yanı Nurları duyacaktır.”
Sevim’liymiş Çalışkan, küçük Nur Talebesi.
Rahm-ı mader olmuştu Afyon hapishanesi.
Pencereden görmüştü onu Asrın Bedîsi.
Sonra bereket bulmuştu Çalışkan sülâlesi.
Bizler kışta geldik diyor Şükran Demirel;
Sizin bahçelerinizde bu çiçekler ne güzel…
Kapılmadan rehavete koşun koşun Nurlara…
Kavuşsun bu yaralı cemiyet, nur ile huzurlara…
Yaralı gönüllere nâfî ilâçtır Nurlar,
Şevk dolu o günleri söyler Nevin Kutlular;
Birinci’nin rahlesinde derse müşerref olmuş.
O günlerde gönüller hizmet şevkiyle dolmuş.
Bekir Berk’in şecaati Şükran’da karar kılmış.
Nurlarda huzur bulup, bitmez bereket bulmuş.
Gençlere nasihati “Çok çalışın yılmayın,
Âhir zaman çok kötü, kaybedenler olmayın”…
|
Eyüp OTMAN
09.01.2007
|
|
|
|