Teknolojik esaret-2
ALIŞVERİŞ GURULARI
Reklâmlarda, dizilerde, magazin programlarında sunulan “örnek hayatların” başka bir yansıması ise alış verişlerde kendisini gösteriyor. Özellikle kazanmadan harcamaya alışmış veya alıştırılmış gençler, biraz da arkadaş çevresinin tahriki ve yönlendirmesiyle tam bir alış veriş gurusu olma özelliğine sahip oluyorlar. Bir de marka tutkusu işin içine eklenince, tüm dünyanın merkezine kendilerini yerleştiriveriyorlar. Hattâ, onların böyle yetişmesine imkân sağlayan ailelerini dahi bu yönde etkileyip yönlendirebiliyorlar. Öyle ya, kendileri en son model ürünleri ve markaları kullanırken, yine arkadaşları arasında ailesiyle ilgili ileri geri konuşanlar olur, yerin dibine geçebilirler. İşte bu yüzden eve alınacak suyun cinsinden cep telefonu markasına, kullanılacak şampuana, içilecek süte, alış veriş yapılacak marketin adı ve yoğurdun ismine, hattâ yeni arabanın modeline kadar tüm seçimlerde onların tercihleri önem kazanıyor.
Diyelim ki gencimiz bir ürün alacak. Üstelik marka olacak. Üstelik ailesi de kendisine yine çok pahalı ve markalı bir ürün tavsiyesinde bulundu. Gencimiz için böyle bir yönlendirmenin hiçbir önemi yok. Zira, markalı ürünün tercihi öyle ulu orta olmamalı. İçinde yer aldığı arkadaş grubunun tercihi ve eğiliminin üzerine hiçbir güç ve otorite olmamalı.
Kısacası, gencimiz “özgürlük” adına konulan kanun ve yasaklara harfi harfine riayet edecek. Büyük bir itaat ve titizlikle.
ONLİNE ESARET
Medyatik “özgürlük” anlayışının kapsama alanında bulunan gençler için dış görünüş, ruhî ve manevî değerlerden daha önemli konuma sahip. Hal böyle olunca teknolojik yenilikler, kısa sürede hayatlarının standardı haline geliyor. Bu durumda “online” bir hayat türü gençler arasında yaygınlaşıyor. Bu durumda teknoloji harikası bilgisayar, bu kuşağın işine ancak internet bağlantısı olunca yarayabiliyor. İnternet ise büyük ölçüde çetleşme veya çeteleşme işine yarıyor. Ayrıca oyunların da bağlayıcılığı var. Aldıkları ürünün bedelini çoğu zaman kendileri ödemedikleri için internet üzerinden istediği ürünü kredi kartı aracılığıyla satın alabiliyor. Daha da kötüsü, henüz gelişme çağındaki gençler için ahlak dışı siteler her an içine yuvarlanılabilecek derin kuyular özelliğine sahip.
Neticede yüz yüze görüşmek zaman içinde yerini “online” iletişime ve etkileşime bırakıyor. Bu noktada gençler özgürlüğün tadını(!) monitör karşısında geçirmekle çıkarıyorlar.
GRUP VE KULAĞA KÜPE ESARET
Gelir seviyesi ve sosyal statü ne olursa olsun, lise, hattâ ortaokul seviyesinden itibaren, gençler arasında gruplaşmalar alabildiğine yaygınlaşıyor. Yine daha üst gruptan veya medyatik simalardan birisini taklit eden ve arkadaşları arasında el üstünde tutulan bir gencin giyimi-kuşamı, jöleli saçları, hattâ kulağına deldirip küpe takması örnek alınabiliyor. Böyle bir gruba girip de kendisini kabul ettirmek ve onlardan saygınlık görebilmek için, normal şartlarda yapılmayacak şeyler normalleşebiliyor, daha da ilerisi kaçınılmaz zorunluluk olarak görülebiliyor. Aile muhiti tamamen karşı gelse de, grup kanun ve yasakları asla çiğnenmiyor.
Tâ ki örnek olarak sunulan kişi veya takip edilen akımın kendi belirlediği kuralları değiştirinceye, bir başka kural belirleyinceye kadar.
İLGİ ESARETİ
Gençlik ve ergenlik döneminde çevrenin dikkatini üzerine çekme çabaları aslında yadırganmayacak bir durumdur. Ancak günümüzde, özellikle kendi aralarında gruplaşan gençler ilgi çekme arzusu ve niyetiyle değil, büyük ölçüde mensubu olduğu grubun kanun ve yasalarını yerine getirmek adına bazı nahoş tavırları çekinmeden sergileyebiliyor. Meselâ bir toplu taşım aracına elinde tuttuğu darmadağın kitap ve defterleri, dağınık okul kıyafetiyle giren bir lise öğrencisi kısa sürede ilgi odağı oluyor. Kulaklığından çıkan müzikle tüm yolculara adeta konser dinletiyor.
Bir keresinde benzer tabloya ben de şahit olmuştum. Hattâ yolculardan birisi gence yaklaşıp walkmanının sesini biraz kısmasını, çıkan sesten rahatsız olduğunu söylemişti.
Ve…
Yolda, caddede, parkta, bahçede yürürken saç şekli, düşük pantolonu, ipi yerde sürünen abartılı ayakkabılarıyla ikili, üçlü veya daha fazla gruplar halinde gezen, dışarıdan sanki birbirlerinin ikizi, üçüzü veya dördüzüymüş gibi görünen gençler…
Sizce de bu gençler kendilerini ait olarak gördükleri gruplarının propagandasını yapmıyorlar mı? Böylece bu gruplarca belirlenen emir ve yasaklara olan engin sadakatlerini sergilemiş olmuyorlar mı?
“BEN ÖZGÜR ESİRİM!”
Aynı üniformayı, aynı takıları, aynı yürüyüşü, aynı saç veya sakal şeklini, aynı el-kol hareketlerini, aynı konuşma ve hattâ aynı kahkaha tarzını benimseyen, bütün bunları özgürleşmenin sembolü olarak benimseyen gençlerimiz…
“Triplere girmek”ten “Oha falan olma”ya, “Ayar olmak”tan “Ayar verme”ye, “Dumur”a kadar onlarca, yüzlerce kavramla özel bir dil kullanan, yayvan yayvan konuşan gençlerimiz…
Özgürlüğünü esaretle, eline geçirdiği metal kelepçelerle, ayağına taktığı marka prangalarla, başlarına taktıkları sembol keplerle, sırtına geçirdiği tek tip “marka” giysilerle sergileme çabasında olan gençlerimiz…
Esareti özgürlük görmek gibi tehlikeli bir noktaya gençleri sürükleyen tüm aktörleri tespit etmek, ardından bunları izale etmek; gençlerin içine düştükleri boşluğu ideal bir gençlik yetiştirmenin yollarını arayıp bulmak ve derhal uygulamaya koymak gerekiyor.
Bu yönde en iyi ve en etkili seviyede devreye konulması gereken birinci aktör medya, diğeri ise aile kurumu.
Çözümü, kaybedilen yerde bulmak en istikametli çare olsa gerek.
Gerçek özgürlük, belli mihrakların esiri, belli amaçsız ve hedefsiz grupların kölesi ve ortaya koydukları saçma sapan kuralların uygulayıcısı olmaktan kurtulmakla elde edilebilir. Gerçek özgürlüğe, bu yollarla içeriden konulan yasakları çiğnemekle ulaşılabilir.
Özgürlüğü esarette görenlere yenilerinin eklenmesine seyirci kalmak çözüm değildir. Belki bir gencimizi bile bu yoldan geri çevirebilmek veya o esaretten bir tanesini bile kurtarabilmek büyük bir başarı olabilir.
Tehlike kendi kapımızı çalmadan birşeyler yapmalı. Ne dersiniz?
(Genç Yaklaşım, Aralık 2006 sayısından)
|