Onunla ilk karşılaşmam, 1978’de Yeni Asya’nın Cağaloğlu’daki Kâzım İ. Gürkan (Yerebatan) Caddesinde bulunan hizmet binasında oldu. O zaman, gazetenin karşısındaki Sağlık Müdürlüğünde çalışıyor ve mesai aralarında namaz kılmak için gazeteye geliyordu. Kapıda rastgeldiğimizde tebessüm ederek verdiği selâmları hiç unutmuyorum.
On yıl sonra gazetemiz imtiyaz sahibi Mehmet Kutlular’ın tavassutuyla damadı oldum.
O günden bugüne, Nur talebeliğine ilâveten, sıhrî olarak da aynı ailenin mensupları olmak gibi çok özel bir müşterekliği paylaştık.
On dokuz sene beraber olduğumuz çok yönlü ve güzide bir insanı böyle kısacık bir yazıya sığdırabilmek elbette ki mümkün değil.
Mecburen şimdilik birkaç satırbaşıyla yetinmek durumundayız.
Hakkı Yavuztürk, Üstad Bediüzzaman’la genç yaşta mülâki olmuş ve onun iman kurtarma dâvâsına hayatını vakfetmiş saff-ı evvel bahtiyarlardan ve Risale-i Nur'u neşir hizmetinin öncü kadrolarındandı.
Cenazesine katılanlardan muhterem Mehmet Fırıncı, “Biz, Muhsin Alev, Mehmet Emin Birinci, Ahmet Aytimur, Üzeyir Şenler ve Hakkı Yavuztürk’le bir ekiptik. Ahirete ilk gidenimiz Hakkı Ağabey oldu” diyerek bu gerçeği hatırlattı.
(Bu ekipten Birinci de Yavuztürk’ü hasta yatağında ziyaret ettikten kısa süre sonra sağlık kontrolü için hastaneye yattı. Bilvesile, kendisine hayırlı âcil şifalar niyaz ediyoruz.)
Yine Fırıncı’nın, aile efradıyla sohbet ederken “Ben de bu ailenin bir ferdiyim” sözüyle dile getirdiği bir başka gerçek, Yavuztürk ailesinin de hizmete sahip çıkmış olmasıydı.
Yenikapı’daki tarihî evleri bu genç hizmet ekibinin emrine âmâdeydi.
Evin mahzeni teksir edilen risale formaları için depo olarak tahsis edilirken, valide Ümmü Gülsüm Hanımın bereketli sofrası da her an ekibin hizmetindeydi.
Dahası, İstanbul’daki Risale-i Nur hizmetlerinin Süleymaniye Kirazlımescit Sokağında bulunan ve uzun yıllar Zübeyir Gündüzalp’i de ağırlayan ilk karargâhı, aynı bahtiyar validenin süt kardeşi olan Abdurrahman Tan’ın mülküydü.
Bu meyanda, baba Ekrem Yavuztürk de Üstadın çok önem ve değer verdiği muhterem bir zattı.
Hakkı Yavuztürk, henüz 18 yaşındayken tanıdığı ve ilâhî bir istihdamla aktif şekilde dahil olduğu nur hizmetinde sebat, metanet, istikamet çizgisinin mücessem örneğiydi.
Son nefesine kadar bu çizgiyi korudu. Vefatına günler kala ziyaretine gelen Fırıncı’dan, son havadis-i nuriyeyi öğrenmek istedi ve anlatılanları hasta halinde tebessümle dinledi.
Aynı şekilde, Şükrü Bulut’un Yeni Asya International’daki yazısında kendisine atıfla yazdıklarına da yürekten tasdik ederek kulak verdi.
Kur’ân’la, Risale-i Nur’la ve Yeni Asya ile aktif bağını hep canlı tuttu. Satır satır okuyup sakladığı gazetesinin, dağıtım aksaklıkları sebebiyle kaçırdığı sayılarını günler sonra bile takip eder ve mutlaka edinip okurdu.
Ne var ki, özellikle son bir ayda, bu derece düşkün olduğu gazetesini okuyabilecek tâkati dahi bulamadı. Ama dediğimiz gibi, manevî irtibatını son âna kadar muhafaza etti..
Hastalığı boyunca, refika-i hayatım başta olmak üzere, kerîmelerinin, üzerine titreyen ihtimam ve itinası ile ayrı bir huzur buldu.
Son kucaklaşmamızı, bayramda yatağına yerleştirirken yaptık. Ve bayramı takip eden ilk Cuma sabahı, Cennete doğru kanatlandı.
İmanlı, şuurlu, verimli ve ter temiz bir hayatın beratıyla.
O şimdi, muhterem Mustafa Sungur ve Aytimur gibi öncü isimler başta olmak üzere, nur cemaatinin bütün ekollerini temsilen Fatih Camii avlusunu doldurup Eyüp Sultan kabristanına taşınan nuranî bir cemaat tarafından feyizli dualarla uğurlandığı ebediyet âleminde, yarım asır önce defalarca görüştüğü Üstad Bediüzzaman’la hasret gideriyor.
Geride bıraktığı bedeni ise, Eyüp Sultan kabristanının—Üstadın tabiriyle dereye, yani Haliç’e bakan yüksek bir yerindeki—âsude menzilinde bizi ve haşir gününü bekliyor.
Allah, hepimizi Cennetinde, Arş-ı Âlâsının gölgesinde buluştursun...
09.01.2007
E-Posta:
[email protected]
|