Hükümet, AB’nin can sıkıcı son kararlarına rağmen AB hedefinden vazgeçmeyeceğini ve reformların aynı şekilde devam edeceğini her fırsatta tekrarlıyor.
Ama bu söylemlerin eyleme dönüştüğünü gösteren kayda değer bir işarete de rastlamıyoruz.
Bilindiği gibi, AB’nin karar organlarında liman krizinin ele alınacağı Aralık toplantılarından aylar önce, Türkiye’nin bu konuda yeni bir adım atamayacağı, ama hiç değilse 301’i düzelterek durumu bir ölçüde de olsa telâfi edebileceği ısrarla dile getirilmişti.
Ne var ki, AB’nin ısrarlı takiplerine rağmen hükümet bu konuda da adım atmayı başaramadı.
Sadece “Âdet yerini bulsun” kabilinden ve topu taca atma deyimine uygun şekilde, bu meseleyi kendi tayin ettiği birtakım “sivil toplum kuruluşları”na havale etti.
Ancak çoğu “yarı resmî” statüye sahip olan ve konuyla da doğrudan bir alâkaları bulunmayan bu kuruluşların “çözüm arayışları” tam bir çıkmaza saplandı.
Söz gelişi, başkanının ulusalcı çizgideki rahatsız edici sivri çıkışları herkesçe bilinen Ankara Ticaret Odasının, Türk-İş’in ya da işverenler örgütünün 301’le ne ilgisi vardı?
İşin enteresan tarafı, konunun asıl ve doğrudan muhatabı konumundaki insan hakları örgütleri ise bu çalışmanın dışında bırakılmıştı.
Böyle tuhaf bir yaklaşımdan düzgün ve sağlıklı bir netice çıkması elbette ki beklenemezdi. Nitekim çıkmadığı açıkça görüldü.
Çünkü hükümetin 301 sorununu havale ettiği kuruluşlar üçe bölündü. Bir kısmı maddenin tamamen kalkması gerektiğini savunurken, bazıları 301’deki ifadelerin netleştirilmesinden yana görüş bildirdiler. Üçüncü grup ise 301’in daha da sertleştirilmesini istedi
Sonuçta bir uzlaşmaya varılamadı ve hükümet de “Bakın, görüyorsunuz, sivil toplum da çözüm bulamadı” bahanesine sığınarak işi sürüncemede bırakmayı sürdürdü.
Esasen kendi yapması gereken bir işi, konuyla ilgisi bulunmayan kuruluşlara havale etme tavrı, başlı başına bir oyalama taktiği ve samimiyetsizlik işareti. Ve maalesef, lâfa gelince “AB hedefinde asla sapma yok” diye mangalda kül bırakmayan hükümet, fiiliyatta böyle manevralardan medet umabiliyor.
Bu durumda da AB yolunda patinaj yapmaya ve zaman kaybetmeye maalesef devam ediyoruz.
Nitekim Dışişleri Bakanı Gül’ün yaz aylarında, milletvekillerinin tatile çıkacağı tarihten çok kısa bir süre önce gündeme getirdiği, derleme-toplama “reform paketi” dahi hâlâ çıkarılabilmış değil.
Ufukta yeni bir atılım ve açılım işareti de görünmüyor. Tam tersine, iki gün sonra gireceğimiz seçim yılında AB için hiçbir yeni adım atılmayacağı noktasında yaygın bir kanaat var. Hükümetin fiiliyattaki tavrı da bu kanaati güçlendiriyor.
Bu durumun bu şekilde devam edip gitmesinin, şimdiye kadarki süreçte elde edilen sınırlı demokratik kazanımlardan dahi geri dönüşler yaşatabileceğinden kaygılıyız.
Nitekim iki yıl öncesinin 17 Aralık’ından bu yana AB sürecinde yaşanan duraklamaya paralel olarak, gizli anayasada, Şemdinli’de ve son olarak Kıbrıs’ta bunun tezahürlerini gördük.
Yenilerini de görmeyiz inşaallah...
29.12.2006
E-Posta:
[email protected]
|