Veren el olmak
Tüketim uygarlığı, insanı, sürekli olarak almaya, yutmaya, tüketmeye teşvik eder ve bunları bir hayat amacı olarak önümüze koyar. Problem, insanın kendi içinde kaybetmesi, yaratılışındaki görünüşte olumsuz, fakat hayırlara vesile olabilecek duyguların, sıfatların, potansiyellerin, nefsaniyetin etkisinde tamamen olumsuzlaştırarak insana hakim olması, bunun sonucunda insanın çevresi ve dış âlemle ilişkilerinin ben-merkezcilik ve menfaat temeline oturması, bunun eşya ve olaylara bakışı, hayatı algılayışı ve genel dünya görüşünü de tayin eder bir konuma getirilmesidir. Çözüm, tüketim uygarlığına karşı, önce insanın kendi içinde, sonra da mevcut sosyal yapının ıslâhı ve yeniden inşâsıyla mümkündür. İnsanın dünya ile ilişkisinin yeniden tanzimi, gerçek konumuna yerleştirilmesi ve düzenlenmesi adına en önemli unsurlardan biri İslâm’daki infak düsturudur. Allah rızası için vermek, dağıtmak, fakiri gözetmek…
Bu dünyada bir alanlar, bir de verenler vardır. Alanlar belki daha çok yiyebilir; fakat verenler daha rahat uyur. İnsanın manevî yapısı, almaya değil, vermeye göre düzenlenmiştir. Bilimsel araştırmalar, verenlerin sadece rahat uyumakla kalmayıp, aynı zamanda daha da uzun yaşadıklarına dair ipuçları vermektedir. Ann Arbor’daki Michigan Üniversitesinden psikolog Stephanie L. Brown ve arkadaşlarının 198 7’den itibaren beş yıl süreyle 423 yaşlı çift üzerinde yürüttüğü araştırma, açık bir farkla yardımseverler lehinde sonuç vermiştir. Bu araştırma sırasında yaşlılardan 134’ü ölmüş; ölenler arasındaki yardımseverlerin sayısının, başkalarına hiç yardım etmeyenlerin yarısını ancak bulduğu gözlenmiştir. Araştırma, sağlık ve mutluluğun, insanın manevî yapısıyla çok yakından ilgili olduğunu gösteriyor. (Özgür ve Bilge, Mart 2003)
İnfak, vermek sırf Allah rızası veya sevap kazanmak için olursa İslâmda geçerli olur. İyilik olsun diye vermek de caizdir ama gösteriş ve şöhret için, desinler diye infakta bulunmanın İslâm’da bir anlam ve değeri yoktur. Samimiyetten uzak bu türlü infakın getireceği bir sevap yoktur. Kur’ân’da şöyle buyrulur: “Mallarını Allah yolunda harcayanların meselâ bir tane gibidir. Bu taneden yedi başak çıkar, her başakta yüz tane vardır, Allah dilediğine bunun kat kat fazlasını da verir, Allah’ın lütfu geniştir, her şeyi bilir.” (Bakara, 2/261). “Mallarını Allah yolunda harcayan, sonra da bunu başa kakma vesilesi yapmayan, muhtaçları üzmeyen kimseler için Allah katında sevap vardır. Onların korkulacak ve üzülecek bir durumları olmaz” (Bakara, 2/262). “Ey iman edenler! Yaptığınız yardımları başa kakmak ve muhtaçları incitmek suretiyle geçersiz hale getirmeyin...” (Bakara, 2/264). Namaz gibi İslâmiyetin temeli olan bir ibadet, infakla bağdaştırılmıştır. Efendimiz ise “İnfakı olmayanın namazı yoktur, namazı olmayanın hiçbir şeyi yoktur” buyurmuştur. Bu ne demektir? Cenâb-ı Hak, “Eğer siz, Benim huzuruma, Cennetime tekrar gelmek istiyorsanız, namaz kılmak zorundasınız, ama namazın başına infak şartı koydum. İnfak ve namaz bir arada olmadan gelemezsiniz” buyuruyor…
Medeniyetler, verme kültürünün şuuruna ermiş milletlerin eseridir. Cimri fertler ve bu fertlerden meydana gelen toplumların medeniyet inşası mümkün olmadığı gibi, israfa ve lükse dalmış, tüketen toplumlar da, medeniyetlerin çöküşünün habercileridir. İnfak eden ve üreten bir medeniyetin tarihî varisleri olarak kurban bayramı fırsatını iyi değerlendirmeliyiz. Kendimiz ve ailemizle birlikte; çevremizdekileri, yanımızda çalışanları, ulaştığımız muhtaçlara da, bayramı yaşatmalıyız. İnfakı yaşamaya sağlam bir adım atmalıyız. Filistin’deki, Endonezya’daki, Afrika’daki, Çeçenistan’daki, Afganistan’daki, Pakistan’daki, velhasıl tüm dünyadaki kardeşlerimizi, muhtaçları düşünmeliyiz. Kurbanlarımızı sivil kuruluşlar aracılığı ile buralara ulaştırmalıyız.
“İnfak et, cömert davran ve daima etrafına dağıt. Sakın ola ki, malı elinde tutup saklama ve elinde bulunan fazlalığı cimrilikle saklama, yoksa Allah da sana karşı kısar ve verme hususunda böyle davranır.” (Hadis-i Şerif)
|
Mehmet Abidin KARTAL
29.12.2006
|