Şe’n küçük işler anlamına gelir. Allah’ın cüz’iyâtı ve en küçük teferruâtı dahi yaratması, varlıkların fiillerini, san'at inceliklerini bizzat yapmasına şuunât denilir. Yüce Allah’ın Zât-ı İlâhîsi, zatından ayrı olmayan Esma-i İlâhiyesi vardır. Esma-i İlâhiye’nin de Sıfat haline gelmiş olan Sıfat-ı İlâhiyesi vardır. Sıfatlar ve sıfatlardan çıkan san'atlar ve ustalık isteyen ince işler de Şuunât-ı İlâhiye’ye delâlet ederler.
Böylece Şuunât, Sıfat, Esma hepsi Zât-ı İlâhiyeye delâlet ederler. Ancak şuunât, esma ve sıfat Zât-ı İlâhîden ne ayrıdır ne de gayrıdır. Hepsi Zât-ı İlâhiyeye delâlet ederler. Kur’ân-ı Kerim’de buyrulduğu gibi, Yüce Allah “Külle yevmin Hüve fî Şe’n”1dir. Yani “Her an, her zaman ve her gün bir iştedir.” “Fa’âlün Limâ Yürîd”2dir. Yani “Dilediği gibi devamlı fa’âldir.” Devamlı faaliyet halindedir. Allah’ın yarattığı varlıklara, kâinata bakan her insan bunu görür, aklı ve kalbi olan anlar ve kabul eder.
Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri Allah’ın şuunâtını şöyle izah eder:
“Nasıl mükemmel, muntazam, san’atlı, saray gibi bir eser, bilbedahe muntazam bir fiile delâlet eder. Yani bir bina, bir dülgerliğe delâlet eder. Ve mükemmel, muntazam bir fiil, bizzarure mükemmel bir fâile ve mahir bir ustaya, bir dülgere delâlet eder. Ve mükemmel usta ve dülger unvanları, bilbedahe mükemmel bir sıfata, yani san'at melekesine delâlet eder. Ve mükemmel sıfat ve o mükemmel meleke-i san'at, bilbedahe mükemmel bir istidadın vücuduna delâlet eder. Ve mükemmel bir istidad ise, âlî bir ruh ve yüksek bir zâtın vücuduna delâlet eder.
“Öyle de: Zeminin yüzünü, belki kâinatı dolduran müteceddid eserler, bilbedahe gayet derece-i kemalde bulunan ef’âli gösteriyor. Ve şu nihayet derecedeki intizam ve hikmet dairesindeki ef’âl, bilbedahe unvanları ve isimleri mükemmel olan bir fâili gösteriyor. Çünkü muntazam, hakîmane fiiller, fâilsiz olmadığı kat’iyyen malûm. Ve son derece mükemmel unvanlar, o fâilin son derece kemaldeki sıfatlarına delâlet eder. Çünki fenn-i Sarfça nasıl ism-i fâil masdardan yapılır. Öyle de, unvanların ve isimlerin dahi masdarları ve menşe’leri, sıfatlardır. Ve son derece-i kemalde sıfatlar, şüphesiz son derece mükemmel olan şuunat-ı zâtiyeye delâlet eder. Ve kabiliyet-i zâtiye, tabir edemediğimiz o mükemmel şuûn-u zâtiye, bihakkalyakîn hadsiz derece-i kemalde olan bir zâta delâlet eder.
“İşte bütün âlemdeki âsâr-ı san’at ve bütün mahlûkat, her biri birer eser-i mükemmel olduğundan, her biri bir fiile ve fiil ise isme, isim ise vasfa ve vasıf ise şe’ne ve şe’n ise zâta şahadet ettikleri için; masnuât adedince bir tek Sâni’-i Zülcelâl’in vücub-u vücuduna şahadet ve ehadiyetine işaret ettikleri gibi; heyet-i mecmuâsı ile silsile-i mahlûkat kadar kuvvetli bir tarzda bir mi’rac-ı marifettir. Hiçbir cihette içine şüphe girmeyen müteselsil bir bürhan-ı hakikattir.”3
Kâinatta, dünyada ve insanda yapılan bütün işler, tasarruflar, değişimler ve dönüşümler hepsi Allah’ın halk ve icadı ile tedbir ve tasarrufu iledir.4 Hiçbir mahlûkun icat ve yaratmada müdahalesi söz konusu değildir. Ancak insan gibi şuurlu, akıllı ve irade sahibi ise o zaman iradesi ile tercih hakkına sahiptir. İş yapan kudret-i İlâhiyedir. Bunun için yüce Allah Kur’ân-ı Kerim’de “Allah her şeyin yaratıcısıdır. Her şeyin vekili, görüp gözeteni de O’dur. Her şeyin hazinesi ve anahtarları O’nun elindedir. Göklerin ve yerin ve içindeki her şeyin tedbir ve tasarrufu O’na âittir”5 buyurur.
İnsan, Cenâb-ı Hakkın Rububiyetine ait şuûnâtına ve ahvâline şâhittir. Cenâb-ı Hakk'ın kâinattaki tasarrufu ve şuûnâtından anlaşılıyor ki arz meydanında yapılan her iş, O’nun ilmi, iradesi ve kudretiyle yapılmaktadır. İnsan ise onun şâhidi ve dellâlıdır. Mevcudatta görünen intizam-ı hikmet, tezyîn-i inâyet, tevzîn-i adalet, Sani-i Hakîm’in şuûnâtına âyinelerdir.
“Zirâ, eserin kemâli bilmüşâhede fiilin kemâline, fiilin kemâli bilbedahe ismin kemâline, ismin kemâli bizzarure sıfatın kemâline, sıfatın kemâli hads-i yakîn ile şuûnâtın kemâline delâlet eder. Şe’nin kemâli ise, hakka’l-yakîn bir sûrette Zâtın kemâlini gösterir.”6
Peygamberimizin (asm) Berat Gecesinde secdeye kapanarak Allah’a yaptığı ve Vitir namazlarında okuduğu tesbih ve ta’zim duâsı yüce Allah’ın Zât, Sıfat, Esma ve Şuunâtının tamamını kapsamaktadır. Tesbih budur: “Allahümme innî eûzü bi-rızâke min sahatike, ve bi-muâfâtike min ukûbetik. Ve bike minke. Lâ uhsî senâen aleyke ente kemâ esneyte alâ nefsik.”7 (Allahım! Öfkenden rızana, azabından affına, Senden yine Sana sığınırım. Biz Seni nasıl övebiliriz ki, Sen kendini senâ ettiğin gibisin. Biz ancak buna inanırız.” Bu Hadis-i Şerif ve Tesbih-i Nebevî’de birinci cümle Sıfata, ikincisi Esmâya, üçüncüsü Zata, dördüncüsü ise Şuunât-ı İlâhiyeye işaret etmektedir.
Şuûnât-ı İlâhiye, Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin keşfettiği, ilâhiyata ait çok önemli bir husustur. Bediüzzaman’dan önce, ne mezhep imamları ve ne de İlm-i Kelâm uleması bu konuda serd-i kelâm etmişlerdir. Bu konu Ehadiyet ve Vahdâniyet-i İlâhiyenin ispatı bâbında çok önemli bir açılımdır.
Dipnotlar:
1- Rahman, 55:29
2- Bürûc, 85:16
3- Sözler, (33. Söz, 33 Pencere, 18. Pencere) s. 609–610
4- Zümer, 39:62; Saffât, 37:96
5- Zümer, 39:62–63
6- Mesnevî-i Nuriye, 14. Lem’a, s. 20
7- Nevevî, Kitabu’l-Ezkâr, (1991-Beyrut) s.81
12.01.2007
E-Posta:
[email protected]
|