Başbakan, ilk kez bayramda söylediği ve ardından başka açıklamalarında da tekrarladığı bir beyanında, “Şu anda Irak, AB sürecine göre Türkiye’nin çok daha öncelikli bir sorunu haline geldi” dedi.
Saddam’ın idamı sonrasında Irak’ın daha da derinleşen bir kaosa sürükleneceği öngörüsüne ilâveten, PKK sorununda hiçbir mesafe alınamaması ve Kerkük’ün âkıbeti için yapılacak referandumun önümüzdeki sonbaharda gerçekleşecek olması gibi hususlar dikkate alındığında, Irak’ın bu yıl Türkiye’yi çok daha fazla meşgul edeceği anlaşılıyor.
Nitekim Başbakan o sözü söyledikten sonraki günlerde evvelâ bir süre önce ABD ile oluşturulan “PKK ile mücadele koordinatörlüğü”nün bir sonuç vermediğini ifade etti, ardından Irak’ta ve özellikle de Kerkük’te bir oldu-bittiye izin vermeyeceklerini vurguladı.
Bu beyanların, yıl içinde doğrudan askerî inisiyatif kullanmak dahil, farklı aktivitelerin habercisi olup olmadıkları zaman içinde görülecek.
Eğer bu çeşit planlar varsa, en başta Amerika’nın bunlara nasıl bir reaksiyon göstereceği de...
Aslına bakılırsa, Türkiye’nin PKK’yı yok etme veya Türkmenleri koruyup Kerkük’e sahip çıkma gerekçeleriyle Kuzey Irak’a askerî operasyon düzenlemesinin olumlu karşılanacağını pek sanmıyoruz.
Buna karşılık, PKK’nın da, Kerkük’ün de, Türkmen meselesinin de, Türkiye için sonrasında içinden çıkamayacağı yeni maceralar olarak kullanılmak istendiğinden kaygılıyız.
Onun için, hükümetin hele seçim yılında bu netameli konularda son derece sağduyulu, temkinli ve dikkatli hareket etmesi gerekiyor.
Gelelim AB meselesine.
Israrla ifade edegeldiğimiz gibi, 17 Aralık 2004’ten bu yana hükümetin AB sürecinde kayda değer yeni bir adım atmadığı hepimizin mâlûmu.
Gerçi bu yöndeki eleştiriler Erdoğan başta olmak üzere hükümetin ilgili bakanlarını çok sinirlendiriyor ve yeri geldikçe “Reformlar aynı hızla devam edecek, müzakereleri kararlılıkla sürdüreceğiz” açıklamaları yapılıyor, ancak fiilî durum da herkesin gözü önünde.
Eleştirilere verilen cevaplar ve yapılan açıklamalar, AB sürecinde yaşanan duraklama ve rehavet vâkıasını ortadan kaldırmıyor
İki seneyi aşkın süredir dişe dokunur bir demokratikleşme reformu gerçekleştirilmiş değil. Daha önce yapılanların uygulamaya yansıtılması konusunda da ciddî eksikler ve aksamalar var. 301'deki sorunu bunlardan sadece biri.
Hal böyle iken, Türkiye bir de PKK ya da Kerkük bahanesiyle Irak batağına bulaştırılırsa, AB süreci tamamen rafa kalkacağı gibi, böyle bir maceraya atılmak bizi AB’nin ötesinde hemen her alanda altından kalkamayacağımız ağır sonuçlarla karşı karşıya getirebilir.
Otuz üç yıl önce Kıbrıs’ta yaptığımızı bugün Irak’ta tekrarlamaya kalkıştığımız takdirde, Kıbrıs sorununa bağlı olarak o günden beri yaşamaya devam ettiğimiz zorluk ve sıkıntıların daha katmerlisine katlanmak zorunda kalmamız kaçınılmaz.
Umarız, Kıbrıs düğümünü çözmek için bunca çaba sarf eden hükümet, benzer bir düğümü Irak’ta atma gibi bir hataya düşmez.
Ve AB sürecindeki gevşekliğini de bırakıp bir an önce harekete geçer.
***
Tazminatta ‘yasal faiz’ vurgunu
Aktulga ailesinin açtığı dâvâda mahkemenin toplam 10.500 YTL tazminata hükmettiğini biliyorsunuz. Ancak geldiğimiz noktada bu rakam iki buçuk katına ulaşmış durumda. Sebebi, “yasal faiz.”
22.2.2005 tarihli karar çıktıktan sonra dâvâcı tarafın talebiyle ilk ödemeyi, 2.6.2005 günü, teminat olarak Ankara 7. İcra Müdürlüğüne yatırdığımızda rakam 16.915 YTL’yi bulmuştu. Tashih-i karar başvurumuzun işleme konulduğunu öğrendiğimiz gün, dâvâcı taraf “yasal faiz ve mahkeme masrafları” adı altında 7 bin YTL daha istedi ve bunu da vermek zorunda kaldık.
Yıllık enflasyonun tek haneli rakamlara indiği bir ortamda bu ne biçim bir “yasal faiz”dir ki, rakamı iki senede iki buçuk kat arttırıyor?
Bu artışın yargı sürecindeki uzama ile bağlantısı ise, adalete duyulması gereken, ama haksız kararla zedelenen güveni iyice sarsıyor.
Bakalım, tashih-i karar sürecinden çıkacak sonuç bu güveni tamir ve yeniden inşa edebilecek mi?
12.01.2007
E-Posta:
[email protected]
|