Bazı sufilere yönelik ve Ehl-i Beyt’e yönelik muhabbetler zaman zaman istismara yol açtığı gibi zaman zaman da hurafe boyutları kazanabilmektedir. Bu anlamda Şah-ı Geylani muhabbeti böyle hurafelere konu olabilmiştir. Sözgelimi halk inanışlarına göre, Hazreti Geylani Serendip Adalarına (Seylan ve Sri Lanka) kadar gitmiştir. Halbuki oralara kadar giden kendisi değil efsanesidir. Ebu’l Hasan en Nedevi gibilerinin soy sop şecerelerinden öğrendiğimize göre torunları her ne kadar Hindistan’a kadar ulaşmıssa da hal-i hayatta onun Serendip’e kadar gittiğini doğrulayacak hiçbir bilgi kırıntısı yoktur. Ama Şah-ı Geylani muhabbeti bu ve bunun gibi efsaneleri beslemiştir.
Bu bağlamda, Hazreti Ali hiç ayak basmadığı halde bugün Anadolu ve Mısır gibi iklim ve bölgelerde Hazreti Ali kayalarına rastlanmaktadır. Buralardaki kayalarda onun atının ayak izlerine rastlandığı ileri sürülmekte ve buralar bu amaçla ziyaretgah yapılmaktadır. Buralar takdis ve ziyaret edilmektedir. Amasya’nın Çoban Dede tarafında, Edremit’te Duradağı üzerinde, memleketim Mudurnu’da Akkaş Köyünde kayalarda işaret ve iz oldukları ileri sürülen çukurlar gösterilir. Benzeri çukurlara biz Arnavutluk’ta da rastladık. Ama Arnavutluk’takiler Hazreti Ali’nin değil Sarı Saltık’ın ayak çukurlarıydı ve Bektaşi dervişleri teberrüken burasını bekliyorlardı. Bektaşi babaları hem burasını bekliyor hem de yandaki kulübelerinde meyle sermest oluyorlardı. Büyüklerimden duyduğuma göre dedem beni şifa için çocukluğumda Akkuş köyündeki Ali kayasına götürmüş. Daha önce Orta Asya’da Budist veya Anadolu’da ve Mısır’da kadim Hıristiyanların takdis ettikleri kaya kültünü halk Müslümanlığı senkretizmle birlikte kendisine mal etmiştir. Ahmet Yaşar Ocak, Alevi-Bektaşi İnançlarının İslam Öncesi Temelleri adlı kitabında bu efsaneleştirmelere dikkat çeker (S. 106-107).
***
Bu veya benzeri tabloları Mısır gibi ülkelere de uygulayabiliriz. Mısır’da bugün Ehl-i Beyt imamlarının veya hanımlarının kabirleri vardır. Ama tarihi kayıtlar bu iddiaları doğrulamıyor ve dolayısıyla bu iddialar efsane boyutunda kalıyor. Bohre (Behere) denilen İsmaili gruplar bu yüzden Mısır’ı akın akın ziyaret ettikleri gibi Mısır turizm acentaları da yeni turist dalgaları kazanır ve milyonlarca İranlıyı çekeriz umuduyla Ehl-i Beyt mezarları üzerinden inanç turizmi hesapları yapıyorlar. Bütün bunlar tarihi hakikatlara terstir. Sözgelimi Hazreti Ali’nin mezarı Hariciler nedeniyle geceleyin kaldırılmış ve yeri meçhul kalmıştır. Bundan dolayı da Irak’ta olduğu gibi Mezar-ı Şerif’te de kendisine nisbet edilen birden fazla kabir vardır.
Keza Hazreti Hüseyin’in bilinen iki mezarından birisi Camii-i Emevi’de ikincisi de Kahire’deki Hüseyniye Camii’ndedir. Bu sevginin hurafeleştirilmesi veya ticarileştirilmesi çabalarının bir ürünüdür. Geçmişte bazı devletler meşruiyetlerini manevi olarak güçlendirmek için turizmciler gibi benzeri yollara başvurmuşlardır. Mısır’da senkretizmle birlikte sahradaki keşiş mezarları zamanla evliya mezarları haline gelmiştir. Ahmet Yaşar Ocak’ın Mısır’daki benzerleri de, Mısır’daki inançlar arasındaki geçişliliği ve özellikle de halk dindarlığı boyutunda olanları senkretizm boyutuyla izah etmişler ve bolca örneklendirmişlerdir. Bu boyutta en fazla ortaya çıkan Ehl-i Beyt menkibeleri veya efsaneleridir. Sevgi iksiri zamanla gerçekleri hurafeye çevirmiştir. Sufiler keşfiyatla, meddahlar, mevlithanlar veya ağıtçılar da mesleklerini revaç kazandırmak için bu yola başvurmuş ve bunun sonucunda Mısır’da Ehl-i Beyt mezarları ve kabirleri oluşmuştur. Bunların en meşhurlarından birisi Seyyideti Zeynep mezarıdır.
***
Hıtat-ı Tevfikiyye kitabında Ali Paşa Mübarek ne canlı ne de öldükten sonra hiçbir Ehl-i Beyt mensubunun Mısır’a ayak basmadığını yazmıştır. Bugün Seyyitetü Zeynep Camii ve kabrinin bulunduğu mekân yüzyıllarca Nil deltasında suların altında ve göllük bir arazide yeralmış. Zaten ötedenberi Mısırlılar kabirlerini Nil yatağına yapmazlarmış. Suyun ve sellerin ulaşmadığı göllük araziye yaparlarmış. Yani göl yerine çölü tercih ederlermiş. İlk defa Çerkez Memlüklüleri döneminde Seyyideti Zeynep’in Mısır’da gömülü olduğu şayiaları yayılmaya başlanmış. Ve rüya ve keşiflerle birlikte Seyyideti Zeynep’e ait iki kabir keşfedilmiş veya ortaya konulmuş. Bunlar arasındaki sahihini ayırt etmek de Abdulvehhab Şarani’nin hocaları arasında yer alan Ali Havvas’a düşmüş. Şarani de Seyyideti Zeynep’in vefatından tam 9 asır sonra El Münen el Kübra gibi kitaplarında Seyyideti Zeynep’in kabrinin Mısır’da olduğunu kayıtlara geçmiş. 1528 yılında Ali Havvas rüyasıyla kabrinin yerini kesinleştirmiş. 1929 yılında Hasan Kasım isimli bir yazar da ‘Seyyideti Zeynep ve Zeyneplerin Haberleri’ adı altında küçük bir risale kaleme almış. Seyyideti Zeynep’in Mısır’da medfun bulunduğuna dair iki yazma belge bulduğunu söylemiş. Bunlardan birisi Abidli veya Übeydli’nin Ahbaru Zeynebat diğeri de Kuhuni Seyehatnamesi imiş. Ve Hafız İbni Asakir’in Tarihi Dimeşk’ın da da bunlara atıflar olduğunu yazmış. Ama Fethi Hafız Hadidi’nin araştıramları bütün bu iddiaların asılsız olduğunu ortaya koyuyor (10 Ocak 2007, el Ahram). Hasan Kasım’ında bu tarz efsanelere tezvirat ikmali yaptığı anlaşılıyor. Hasan Kasım Seyyideti Zeynep’in kabrinin Mesleme İbni Muhalled Ensari’nin valilik evinde bulunduğu iddia edermiş. Bununla birlikte valinin tarihi evinin bulunduğu mahal ile bugünkü Zeynebiye Camii’nin bulunduğu mahal tam birbirine zıt istikametlerde yeralıyor. Bu bölge dolgularla yerleşim haline getirildikten sonra da uzun sürei Müslümanların oturduğu semtler arasında yeralmamış. Burası Kızıl Kiliseler semtinde yeralıyormuş. Ötedenberi bu tür konular çok su kaldırmıştır.
14.01.2007
E-Posta:
[email protected]
|