Geçtiğimiz hafta vefat eden Hakkı Yavuztürk Ağabeyden dinlediğimiz bir hatıra da, merhum Ceylan Çalışkan ile Üstad Bediüzzaman'ın biraderzâdesi merhum Abdurrahman'ın yiğitliği ve cesareti hakkındadır.
Önce, Ceylan Çalışkan'ın yaşadığı bir vukuat ile alâkalı olarak, Emirdağ Lâhikası'ndaki bir müdafaada da dile getirilen (sayfa 415) inayetli bir hakikati naklederek başlayalım.
İlgili sayfada şöyle bir ifade yer alıyor: "...Afyon Savcısının asayiş ithamına mukabil Üstadımız demiş: 'Bu yirmi sekiz senede bir tek vukuatı gösterebilir misiniz? Mâdem gösteremediniz, nasıl bu ithamı ileri sürüyorsunuz? Yalnız, 600 bin talebeden küçük bir talebenin başka bir meseleden küçük bir vukuatından başka hiçbir vukuatları olmadığı kat’î ispat eder ki, âsâyişi Nur talebeleri muhafaza ediyorlar' diye, Afyon’da savcıya demiş ve susturmuştur."
İşte, Üstad Bediüzzaman'ın o zaman bile gizleme ihtiyacı duymadığı o "küçük vuat"ın, Hakkı Ağabeyin de şahitliğiyle bir başka açıdan hikâyesi...
* * *
1944 yılı yaz ayı sonlarında Denizli'den Emirdağ'a nefyedilen Bediüzzaman Said Nursî, burada geniş bir aile olan "Çalışkanlar hanedanı"na hem komşu, hem de onların kiracısı olur.
O tarihlerde 14–15 yaşlarında olan aynı aileden temiz fıtratlı Ceylan Çalışkan isimli çocuk da, Üstad Bediüzzaman'ın hizmetine verilir.
Henüz bir ortaokul talebesi olan Ceylan Çalışkan'ın gayet sâfiyane ve cesurane hizmette bulunması, bazı gizli münafıkları kızdırıp hiddete getirir.
Bunlar, bir müddet sonra da gayet çirkin iftiralarda bulunmaya başlarlar.
İşte, o iftiralardan biri de "Said'in hizmetkârı ona bakkaldan rakı aldı" şeklindedir. (Baş müfteri, bir emniyet mensubu görünmesine rağmen, aslında bir gizli teşkilâtın adamıdır. Bkz: Son Şahitler–4, s. 436.)
İzzetli bir Anadolu delikanlısı olan Ceylan'a, bu iftira ziyadesiyle dokunur. Gider o müfteriyi önce ikaz eder. Böyle iftiralar uydurmaktan vazgeçmesini ister.
Ancak, o münafık Ceylan'ı tersler; onun izzetini, gururunu kırmaya çalışır.
İzzet–i nefsi ikinci kez rencide olan Ceylan, bunun üzerine gider babasının tabancasını alır ve o münafık herifi takibe başlar. Nihayet, onu yalnız ve tenha bir yerde kıstırır ve atak bir hareketle tabancayı ağzına doğrultarak şöyle seslenir: "Alçak! Aç ağzını!"
Neye uğradığını şaşıran müfteri adam, mecburen ağzını açar... Ceylan, hiç tereddüt dahi göstermeden tetiğe basar. Mermi, o münafığın dilini, dişini parçalayıp ensesinden çıkar.
Müfteri münafık, yaralı halde hastaneye kaldırılarak tedâvi edilir. Ancak, ne gariptir ki, failin, yani kendisini vuranın ismini vermez: Zahire göre, ilk vurulduğunda, dili dönüp konuşamadığı için, sonradan da utancından dolayı Ceylan'ın ismini veremez.
Bir de hadisenin "hıfz–ı İlâhî" ciheti var ki, onu da Hakkı Ağabey, bizzat Üstad Bediüzzaman'dan dinlemiş. Dinlediğini bize şöyle nakletti: "Üzeyir Şenler kardeşimle birlikte, Üstad'ı Isparta'daki evinde ziyaret ettik. Bir ara, hizmetinde bulunan Ceylan Ağabeyin odadan çıkmasını istedi. Gıyabında, onun cesaretinden takdirle söz ederek dedi: 'Bir zaman, bizi tarassut ve ta'cizde ve hatta iftira etmekte çok ileri giden gizli teşkilâttan bir şahsın karşısına cesaretle dikilip onun dersini verdi. Fakat hıfz–ı İlâhî, Kur'ân'a hizmetinin hürmetine o talebeyi himaye ile muhafaza etti.'
"Hz. Üstad, Ceylan'ın bahsinden sonra sözü öz yeğeni merhum Abdurrahman'a getirdi ve 1923 yılı baharında onunla Ankara'da yaşamış oldukları mühim bir muhavereye getirdi."
Bir sonraki yazıda, inşaallah bu konuya da temas edelim.
GÜNÜN TARİHİ 13 Ocak 1975
Kıbrıs'ta 484 şehit, 747 yaralı
Y aklaşık altı ay evvel yaşanan Kıbrıs Harbindeki can kaybı ve yaralı sayısının bilânçosu açıklandı.
Buna göre, 1974 yılı 20 Temmuz'unda başlayarak 14 Ağustos'ta ikinci kez tekrarlanan ve 16 Ağustos günü akşam saatlerinde sona eren birinci ve ikinci Kıbrıs çıkarması esnasında, toplam 747 askerimiz yaralanıp gazi olurken, 484 askerimiz de hayatını kaybederek şehit düştü. Şehit düşenlerden 38'inin subay, 36'sının astsubay ve 409'unun da er olduğu ifade edildi.
* * *
25 gün arayla iki kez gerçekleştirilen Kıbrıs Harekâtı neticesinde, Türk kuvvetleri doğuda Magosa, batıda Lefke, güneyde ise Lefkoşa'ya kadar uzanan bölgeyi kontrol altına almayı başardı.
Harp sahasında büyük zafer kazanan Türkiye, ne yazık ki barış diplomasisinde aynı başarıyı sağlayamadı.
Otuz üç yıldır uluslararası bir problem olarak ortada duran ve bugün için Türkiye'nin AB üyeliği önündeki en büyük engellerden biri haline gelen Kıbrıs meselesinin nasıl halledileceğine dair kabul edilebilir bir çözüm formülü ne yazık ki bugün bile ortaya konulabilmiş değil.
Bundan 33 sene evvelki hükümet yöneticilerinden Ecevit ile Erbakan'a "Kıbrıs Fatihi" ünvanları verilmek istendi gerçi; ancak, ortada bir "fetih" gerçeğinin bulunduğunu, bugüne kadar dünyada hiçbir ülkeye inandırabilmiş değiliz.
13.01.2007
E-Posta:
[email protected]
|