Türkiye'de süregelen yüz yıllık (1908), hatta yüz otuz yıllık (1876) demokratikleşme çabalarının, günümüzde olgun meyveler vermeye başladığını sevinerek görüyoruz.
Şüphesiz, bu duruma hiç sevinmeyen ve bu gelişmeden hiç hoşlanmayanlar da var.
Ama dert değil. Önemli olan, ibrenin, göstergenin hangi istikamete doğru meylettiğidir.
Ana göstergeler–şükürler olsun ki–hürriyetten, adâletten, demokrasiden, insan haklarından yana ağır basıyor.
Ve, bu duruma paralel olarak, Türkiye'nin dünyadaki imajı da, bugün dünden daha düzgün, daha müsbet, daha sempatik ve daha güvenilir bir görünüm arzediyor.
Bu meyanda, Hrant Dink cinayeti sonrasında yaşananlar ile TÜSİAD'ın hazırlayıp kararlılıkla savunduğu son "Demokratikleşme raporu", iki çarpıcı örnek teşkil ediyor.
Kezâ, 301. maddeyle ilgili geri adım sinyalleri ile cezaevi şartlarının daha insanî bir şekle sokulması yönündeki mülâhazaları da, aynı kategoride değerlendirmek mümkün.
* * *
TÜSİAD raporuyla alâkalı geniş bilgilere, bugünkü manşet haberimizden de ulaşabilirsiniz.
O bilgiler dikkatle incelendiğinde görülecektir ki, TÜSİAD da önemli bir mesafe katetmiş.
28 Şubat Sürecinde bile çelişkili ve demokrasinin mantığıyla hiç bağdaşmayan bir tavır sergileyen bu teşekkül, hazırlayıp sahiplendiği son raporuyla ümit verici bir gelişme kaydettiğini gösteriyor.
* * *
Öte yandan, doksan yıldır soykırım ticareti yapan ve dünya ülkeleri nezdinde çok etkili bir lobi faaliyeti yürüten "Ermeni diasporası"nın son tavrına bakıldığında da, yine Türkiye'nin hayrına sayılacak önemli bir handikapın aşılmaya başlandığını görürüz.
Bu diasporayla irtibatlı çalışan lobiler, genelde Müslümanların, özelde ise Türkler'in Ermenilere karşı soykırım yaptıklarını anlatarak, buna dünya parlamentolarını inandırabiliyorlardı.
Ne var ki, Hrant Dink hadisesinden sonra, onların bu yöndeki çabalarının hiç de kolay olmayacağı ve hatta büyük ölçüde sekteye uğrayacağı açıktır.
Kaldı ki, onların içinde de aklı başında olanlar vardır ve çıkıp hakperestçe konuşacaklardır. Nitekim konuşuyorlar ve gayet makul yaklaşımlarda da bulunuyorlar.
İşte, bütün bu gelişmelerin, içerdeki gerilim atmosferini rahatlatmanın yanı sıra, dışarda da Türkiye'nin elini güçlendireceğine ve kabaca lanse edilen imajını müsbet yönde değiştireceğine inanmıyoruz.
Şimdi çekilen sancılar, böylesi hayırlı bir gelişmenin habercisi olsa gerektir.
YENİ TREND
Dünyanın ezberi bozuldu
Hrant Dink cinayeti sebebiyle, tarihte bir ilk yaşandı.
Devlet ve millet olarak, "Ermeni meselesi"nden dolayı, dünyanın ezberini bozacak çok tesirli bir tavır sergilemiş olduk.
Saatler süren cenaze merasiminde hükümet de vardı, her kesimden insanlarımız da...
Tırmalayıcı bir–iki slogan dışında, merasim vakar ve ciddiyet yüklü bir gösteriye dönüştü.
Bu mahşerî görüntü karşısında, başta Ermeni diasporası olmak üzere, dünyadaki "soykırım tâcirleri" adeta şoke oldular.
Çünkü, Türkiye'den böylesine vakur ve kendinden emin bir tavır beklemiyorlardı.
Hevesleri ve hesapları gibi, beklentileri de başkaydı. Ancak, hesapları gibi ezberleri de bozuldu. Hevesleri kursaklarına hapsoldu. Böyle olacağını hiç tahmin etmiyorlardı.
Kuvvetle muhtemeldir ki, Hrant'ı hedef seçenler de, neticenin böyle olacağını hiç hesaba katmamışlardı. Onların da hevesleri kursaklarında düğümlendi.
Netice itibariyle, bu şerden de büyük bir hayrın çıktığını görüyoruz.
GÜNÜN TARİHİ 26 Ocak 1948
Meclis başkanlığı: Karabekir'den sonra Cebesoy
Meclis Başkanlığı görevini sürdüren İstiklâl Harbinin en cesur kumandanlarından Kâzım Karabekir Paşa, Ankara'da vefat etti.
Karabekir'den boşalan Meclis Başkanlığına ise, selefiyle benzer vasıflara sahip Ali Fuat Cebesoy getirildi.
Mâlum, ikisinin de aynı dönemlerde hem askerlik, hem de siyaset arkadaşlıkları var. Ayrıca, ikisi de Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasının en üst düzey yöneticileri olup, yine ikisi birlikte "İzmir Sûikastı" dâvâsında mahkemelik oldular.
1923'ten sonra M. Kemal ve İsmet Paşa ile araları açılan ve yıldızları hiç barışmayan bu iki değerli komutan, İstiklâl Mahkemesinde idam edilmekten kıl payı kurtulmuşlardı.
Karabekir, 1926'da yaşanan bu tehlikeli badireden sonra siyasetten çekildi ve M. Kemal'in ölüm tarihine kadar da siyasetten hep uzak durdu. Zamanını daha çok hatıralarını kaleme almak ve aile nafakasını temin etmekle geçirdi. Maddeten ve mânen çok sıkıntılı bir dönem yaşadı.
1939'da tekrar siyasete dönen ve bir süre sonra Meclis Başkanlığına seçilen Karabekir Paşa, vefatına kadar da bu vazifede kaldı.
* * *
Karabekir Paşayla müşterek bir mukadderatın sahibi olan Ali Fuat Cebesoy, en yakın arkadaşının vefatından bir gün sonra Meclis Başkanlığına seçildi.
O da 1926'dan sonra bir müddet siyasetten uzak kaldı. 1933'te ise, tekrar siyasete dönmeye karar verdi ve Konya'dan bağımsız milletvekili olarak yeniden Meclis'e girdi.
1933–1946 yılları arasında iki kez Bayındırlık Bakanlığı, bir defa da Ulaştırma Bakanlığı yaptı.
1948'de Kâzım Karabekir'in vefatıyla boşalan Meclis Başkanlığı görevini ise, yaklaşık 9 ay yapabildi. Mesafeli de olsa siyaseten DP'ye meyletmesi, CHP'lileri hiddete getirdi.
Cebesoy, 1950–1954 döneminde Eskişehir, 1954–1960 arasında da bağımsız Istanbul milletvekili seçildi. 27 Mayıs Darbesinden sonra siyasetten bütünüyle çekildi. 1968'de vefat etti.
Tarih aynasında, M. Kemal'in, eski silâh ve Millî Mücadele dönemi arkadaşlarından Ali Fuat Paşayı Kâzım Karabekir'e çoğu zaman tercih ettiği ve Karabekir'i her fırsatta aktif politikadan uzak tutmaya çalıştığı görülüyor.
26.01.2007
E-Posta:
[email protected]
|