Türkiye'ye düşmanca bakan Fransız politikacı Sarkozy ile bizdeki "ulusalcı" kesim, gariptir ki aynı noktada buluştu: "Zinhar, Türkiye AB üyesi olmasın."
Bizdekilerin tutumu öteden beri belliydi. Koro halinde "İstemezük!" diye bağırıyorlardı.
Şimdi, "Türk düşmanı" Sarkozy de aynı telden çalmaya başladı: "No Turque!"
Sarkozy'nin tavrını anlamak zor değil. O, Müslüman Türkleri sevmediği gibi, Türkiye'nin AB içinde yer alarak gelişmesini de istemez.
Adam harbi konuşuyor. Düşman da olsa, tavrını mertçe sergiliyor.
Peki, bizdeki "ulusalcılar"ın derdi ne? Gerçekte ne istiyorlar?
Acaba, Sarkozy gibi adamlarla Türkiye aleyhtarlığında aynı duruma düştüklerinin farkındalar mı?
Keza, kendi kendileriyle tenakuza düştüklerinin farkındalar mı acaba?
Meselâ, şimdi reddettikleri Avrupa'nın, vaktiyle her türlü pisliğini Türkiye'ye ihraç etmiş olduğunu ve kendilerinin hâlâ da o çürük ithal mallarına sahip çıktıklarının farkındalar mı?
Hakikaten incelemeye, üzerinde durmaya değer bir konu: İçerdekilerle dışardakiler, niçin Türkiye'nin AB karşıtlığı üzerinde ittifak ediyorlar?
* * *
Fransa’da, popülaritesi günden güne artan Nicolas Sarkozy, iktidardaki Halk Hareketi Birliğinin parti lideri ve aynı zamanda İçişleri Bakanıdır. Türkiye ile eş zamanlı yapılacak olan cumhurbaşkanlığı seçimleri için adaylığını resmen açıklamış durumda.
Şu sıralar yaptığı hemen bütün konuşmalarında, Türkiye'ye karşı duyduğu kin ve husumetini kusmaktan geri durmuyor.
Yaptığı son açıklamaları okurken, birden bizdeki ulusalcılar hatırıma geldi. Baktım aynı şeyleri söylüyor ve aynı noktada birleşiyorlar: Türkiye AB üyesi olmasın...
Sarkozy, işi biraz daha ileri götürüyor ve "Türkiye Avrupa'nın bir parçası olmasın" diyor.
Ne gariptir ki, bizdeki ulusalcılar 80 yıl evvel Avrupa'yı taklit eden Türkiye'yi Avrupa'nın bir parçası olarak görüyor. Üstelik, o zamanlar yapılan taklitçilik icraatına da tam sahip çıkıyorlar. Hatta, bazılarını tabu gibi korumaya bile çalışıyorlar.
Yani, aslında Avrupa'nın bir parçası olmaya evet derken, AB üyesi olmaya hayır diyorlar.
Böyle olmakla, tam bir çelişki ve samimiyetsizlik hali sergiliyorlar.
Umarız, Sarkozy'nin özellikle son çıkışından ders alarak, hiç olmazsa çelişkiden, tenakuzdan kurtulurlar.
Bunlar Avrupa'ya, yahut daha rafine durumdaki AB'ye samimi olarak karşı iseler, o takdirde sadece şimdiki ilişkilere değil, son 80 yıllık dayatmalara ve bilumum çürük mallara da karşı gelmeleri gerekiyor.
Aksi halde, samimiyetlerinden ciddi mânâda şüphe edilir.
Evet, ey ulusalcılar! Neden 80 yıl önceki Avrupailiğe evet diyorsunuz da, şimdiki AB'ye hayır diye yaygara kopartıyorsunuz?
Gerçekten de "ulusalcı" iseniz, hiç olmazsa Sarkozy kadar dâvânızda samimi olun.
GÜNÜN TARİHİ
19 Ocak 1920
Meşrutiyetin son, Cumhuriyetin ilk Meclisi
Bir hafta önce açılan son Osmanlı Meclis–i Mebusanı, Anadolu'daki işgale karşı direniş mücadelesi veren Müdafaa–yı Hukuk Cemiyetleriyle bir ve beraber olduğunu, aynı duygu ve düşünceyi paylaştığını açıkça ilân etti.
İşgal altındaki İstanbul'da toplanan mebuslara bu yönde açık bir tavır sergileme cesaretini veren en önemli hadiselerden biri, 13 Ocak (1920) günü Sultanahmet Meydanında yapılan büyük bir gösteriye dönüşen şahlanış mitingi oldu.
O gün, yaklaşık 150 bin kişi toplanmış ve işgale hiçbir surette razı olunamayacağı yüksek sesle dile getirilmişti.
Hem sonuncu, hem kurucu Meclis
Son Osmanlı Meclisini temsil eden üyeler, 1919 yılı sonlarında yapılan seçimlerle belirlendi.
Belirleyici en önemli unsur ise, Anadolu'nun her tarafında teşkil olunan Müdafaa–yı Hukuk Cemiyetleri oldu.
12 Ocak'ta toplanan Meclis, Müdafaa–yı Hukuk Cemiyetinin yanı sıra, onlarla müşterek hareket eden Ankara'daki Heyet–i Temsiliye ile de koordineli olarak çalışmalarına devam etti.
Erzurum ve Sivas Kongrelerinde karar altına alınan "Misak–ı Millî"yi (Millî Sözleşme) kabul eden de bu meclistir.
28 Ocak 1920'deki gizli oturum esnasında kabul edilen bu sözleşme, 12 Şubat'ta bütün dünya parlamentolarına ilân edildi.
Bu gelişmelerden şiddetle rahatsız olan İstanbul'daki işgal koalisyonu, 16 Mart günü kanlı bir hadise çıkardı, ardından Meclis'e baskın yaparak fiilî işgal teşebbüsünde bulundu.
İşgal altında çalışmak istemeyen mebuslar, birer birer İstanbul'dan ayrılarak Ankara'nın yolunu tuttular.
Millî Mücadelenin alabildiğine kızışmaya başladığı bu dönemde, mebusların tamamına yakın kısmı İstanbul'dan Ankara'ya gitti.
Ankara, böylelikle Millî Mücadelenin merkezi haline geldiği dünyanın nazarında da kabul edilmiş oldu.
İşte bu Meclis, Osmanlı Devletinin sonuncu meclisi olduğu gibi, üç sene sonra ilân edilecek olan Türkiye Cumhuriyeti Devletinin de kurucu üyesi olma unvanını taşıyor.
19.01.2007
E-Posta:
[email protected]
|