Son günlerde elimden düşmeyen bir kitap var. “Gönül Tahtımızın Eşsiz Sultanı Efendimiz (a.s.m.)” adlı kitap. Daha önceleri sayısını hatırlamadığım kadar çok kaynaktan okumuştum Efendimiz’in (a.s.m.) hayatını. Hatta bu kitabı tam da bu sebeple biraz zor aldım elime. “Biliyorum, farklı birşey söylemeyecek ki, hep aynı şeyler” düşüncesi hakimdi bende. Ne kadar da yanlış düşünmüşüm meğer.
Evet defalarca Kâinatın Efendisi’yle (a.s.m.) ilgili notlar geçmişti elime, fakat hiçbiri beni bu kadar içine almamıştı. Peygamberliğin gelişi, çekilen eziyetler, nurun yavaş yavaş ve dalga dalga yayılması, hemen hepsi bende bambaşka ufuklara yelken açtı. Zaman mefhumu ortadan kalktı. İslâmiyet daha dün gelmiş gibi, biz halihazırda Efendimiz’in (a.s.m.) dizinin dibindeyiz gibi, öyle heyecanlı ve öyle coşkulu okuyorum bu kıtabı. Okuyorum diyorum çünkü 630 sayfalık bir kitap, hiç bitmesin istiyorum.
Arkadaşımın katıldığı bir seminer sonrası yaptığı şu tesbit çok hoşuma gitmişti: “İslâma ait değerlerin artık klişeleşmiş söyleniş tarzından uzaklaşması gerektiği, farklı bir bakış açısıyla İslâma yaklaşan ve nedense ‘hiç hoca gibi durmayan’ hocaların söylediklerinin önem taşıdığı.” Bildiğimiz şeylerdi belki ama o kadar farklı bir tarzda söyleniyordu ki, sanki biz bunları ‘ilk defa duyuyor gibiydik’. Aslında bizim ihtiyacımız olan da bu, yeni bir bakış açısı, farklı bir pencere. Mehmet Şevket Eygi’nin, Müslümanların geri kalışı üzerine yapmış olduğu tesbitler bu görüşü destekler nitelikte. Özet olarak; estetikten yoksun, san'at anlayışı olmayan, dil bilmeyen, kitap okumayan, belli bir vizyonu olmayan, diksiyonu bozuk “tekdüze” Müslümanların ne kadar yükselmesini bekleyebilirsiniz?
Birisi kalkıp da konferansta konuşmacı oluyorsa, o kişi isterse profesör olsun, hitabeti düzgün olmalı. Üslûp kaygısı gütmeli. Bunun için kurslar var, gerekirse ders almalı. Söylediklerine ehemmiyet verilmesi, sözünün dinlenmesi için, en önemlisi de kendisini dinleyenlere saygısından bunu yapmalı. Neden din üzerine konuşma yapanlar bunu biraz olsun dikkate almazlar (çok azı hariç) hiç anlamıyorum. Allah’a (c.c.) olan sevgisi, verilecek İlâhî mesajların dinlenebilirliği, bütün bunların hiç mi ehemmiyeti yok?
Neden din üzerine yazılmış bir kitap, en çok satanlar listesinde birinci olmasın? Neden İslâm adına birşeyler söyleyenlerin konuşmaları, İslâm düşmanlarının bile takdirini kazanmasın?
Yanlış anlaşılmasın, her “farklı olan” güzel demek değildir. Ama artık birşeylerin değişme zamanı çoktan geldi de geçiyor bile. Nedir bu yerimizde sayma inadı?
***
Yazıya başlarken çok başka şeyler vardı aklımda, nerden nereye geldim. Bakış açısı, üslûp dedik ya işte ona güzel bir örnek, asırlar öncesinden günümüze…
Ubeydullah İbn Cahş, Habeşistan’a hicret eden taifenin içinde yer alan bir Müslümandı. Hicretin ardından gittiği yerdeki farklı kültür ve yaşayıştan etkilendi, Hıristiyan oldu. Kısa bir süre sonra da vefat etti.
Müslüman olup da din değiştirenler azınlıkta da olsa hâlâ var. Yazar kitabında farklı kültürle karşılaşmanın risk taşımasından bahsediyor. Hemen aklıma Amerika’daki çok kültürlü hayat geldi. Sayısı belirsiz din ve kültürle iç içe yaşıyoruz. Hangimiz diyebilir, “Ben Müslümanim, öyleyse kurtuldum?”
15.01.2007
E-Posta:
[email protected]
|