Şii-Sünni tartışmalarını tetikleyen üç yeni gelişme oldu. Bunlardan birisi, ABD’nin Irak’ı işgal etmesi ve bu işgalin oradaki statik yapıyı bozmuş olmasıdır. İkincisi, bu işgalle birlikte İran’ın Irak’ta artan nufuzudur. Sonuncusu ise, İsrail’in Lübnan’a daha doğrusu Hizbullah mevzilerine saldırısı olmuştur.
Bu meseleler hem Lübnan’da hem de Irak’ta oturmuş Şii-Sünni dengelerini sarsmış oldu. Keza Hatemi’den sonra Nejad’ın yeni politikaları da bunun etkilerini artırmıştır. Bu bozulan dengenin yeniden tamiri ve yerine oturtulması lâzım. Bunun için yapılması gereken; öncelikli olarak, ABD’nin Irak’tan defedilmesi ve buna müteakiben İran nufuzunun eski sınırlarına çekilmesidir. Bu olursa, Şii-Sünni birliği sağlanamazsa bile en azından yeni bir kamplaşma yaşanmaz. Buna mumasil, İsrail’e karşı mücadele de ortak zeminde olmalıdır.
Bu şu demektir: Şii siyasi veya dini hareketler bu meseleyi Lübnan topraklarını korumayı manipülasyon ve dolayısıyla hizipçi propoganda veya partizanlığı güçlendirmek için kullanmamalıdırlar. Amaçlardan birisi, İsrail üzerinden mezhebi veya Şii nufuzu artırmak olursa o cephede de kutuplaşma kaçınılmazdır. Öyleyse, Sünnilerin de desteğini ihraz edebilmek için mücadelenin mezhebi boyutları aşıp dini bir eksene oturtulması lazımdır. Bunun iki yolu var. Şeba çiftliklerini kurtarmak için devlet siyaseti izlemek ve bu meyanda Hizbullah’ın silahtan arındırılmasıdır. Bu İsrail veya ABD’nin planı denilirse, o taktirde, Hizullah örgüt olarak kapsamını mezhebi sınırlarını aşacak şekilde genişletmeli ve mezhebi eksenden ulusal eksene kaymalıdır.
Yani Hizbullah karma bir yapı haline getirilmeli ve bu yapıda Sünniler ve öteki gruplar da temsil edilmelidir. Dolayısıyla teşkilanlanma ve örgütlenme avantajını mezhep avantaja dönüştürme gayretleri er geç kutuplaşmaya ve ardından çatışmaya dönüşecektir. Şiiler ABD’ye karşı da olsa Irak’ta kendilerinden izinsiz Sünni eksenli silahlı direnişi onaylamıyorlarsa Sünniler Lübnan’da tersini niye yapsınlar? Dolayısıyla ortak bir merciiyet oluşturulmalıdır. Bunun için Kardavi’nin başkanı olduğu Müslüman Alimler Birliği iyi bir zemin oluşturabilir. Maksat bağcıyı dövmek değilse, taraflar, üzüm yeme konusunda anlaşabilirler. Buna engel yok. Niyetler halis olursa çıkış kapısı her zaman var..
***
Yeni mezhep geriliminin fitilinin ateşlenmesinde doğrudan veya dolaylı olarak İran veya Şii teşekküllerin etkisi var. Öyleyse Fehmi Huveydi’nin yazdığı gibi, mezhep savaşını İran durdurabilir ve öncelikli olarak görev onun alanına girmektedir. Aksi taktirde, kutuplaşma kendiliğinden gelecek ve karşı kutup da oluşmakta gecikmeyecektir. Böyle bir kutuplaşmanın iki tarafın da akılsızlarını tatminden başka kimseye hiçbir yararı yoktur. Fiili durum nedeniyle bugün mezhep tartışmaları alıp başını gidiyor. Hangi gazeteye veya yayın organına el atsanız bunun izdüşümlerini görüyorsunuz. Bu yeni dönemin bir gerçeği. Bu bağlamda, Ehl-i Beyt meselesi ve mesleği de yeniden perdenin önüne gelmiş durumda. Sık sık bizlere de bu konularda sualler tevcih ediliyor. Bu hususa girmeden önce Şamil Yayınları arasında çıkan Ehl-i Beyt Gerçeği adlı kitabını meraklılarına tavsiye edebilirim. M. Bahaüddin Varol’un bu kitabı bir doktora tezi. Yazarın Ehl-i Beyt nesli, Hilafet mücadelesinde ve Siyasallaşma sürecinde Ehl-i Beyt gibi başka kitapları da var. Konu etrafında tafsilatlı bilgi isteyenler sözkonusu kitaplara müracaat edebilirler.
***
Bu husustaki sorulardan birisi de şu: Günümüzde Ehl-i Beyt sevgisi nasıl olmalı veya ne anlama geliyor? Bu sorunun cevabı Ehl-i Beyt kimdir sorusunun cevabıyla aynıdır. Elbette bugün Ehl-i Beyt sevgisi, sevgi adına başkalarına nefret teksif etmek değildir. Eslafımızın atlattığı veya verdiği ağır imtihanı yeniden vermek veya güncelleştirmek değildir. Bu bedbahtlığımız olur. Bugün Ehl-i Beyt sevgisi, Abbasilerin önce Emevilere yaptığı gibi onları kabirlerinden çıkararak yeniden idam etmek değildir. A’zamiyeyi tahrip değildir. Ehl-i Beyt iddiasında olan Abbasiler önce bunu Emevilere ardından da Talibilere karşı yapmışlardır. Bugün Ehl-i Beyt’i kim temsil ediyor? Bu sorunun cevabı spekülatif olduğu oranda manipülatiftir.
Tartışmayı dindirecek tek şey, Ehl-i Beyt muhabbetini Peygamberimiz ve aile efradıyla sınırlandırmaktır. Onun ötesinde 12 İmam’ın ve bu bağlamda son imamının yaşayıp yaşamadığı ve bugüne kadar Samarra’nın sirdap ve girdaplarında kaybolup kaybolmadığı bizim işimiz değildir. 12’inci İmam’ın fiziki varlığı tartışmalı olduğu gibi Ehl-i Beyt’i ne kadar ve nasıl temsil ettikleri de tartışmalıdır. Ve bunun icaplarının ne olduğu da tartışmalıdır. Bu sevgi siyasi odaklarla somutlaştırılmak isteniyorsa yeniden nefretleşmeye dönüşeceği aşikardır. Ki bugün, Ehl-i Beyt’i kimin temsil ettiği sorusunun da gerçek ve tek bir cevabı yoktur. Yoksa, onlar adına çıkan her siyasi veya dini bir cereyana tabi olmamız mı gerekiyor?
Adamın birisi sürekli olarak bu konular etrafında takıntılı yazılar yazıyor. Bu işi kurcalayanlar arasında, dinlerini terkettikleri halde mezheplerini terketmeyenler bile var. Sözkonusu zevat Şeytan Rivayetleri gibi kitaplarında guya Selman Rüşdi’ye cevap verirken sevgi adına bütün hadisleri de ayıklamış. Bu red mi muzaharet mi sizlerin taktirine bırakıyorum. İbni Haldun gibilerine dayanarak sadece 17 hadisin veya benzer sayıdaki hadislerin sıhhatli olabileceğine kail oluyor. İbni Haldun’u Mehdi meselesinde reddedenler ve sevmeyenler ne hazindir ki hadis konusunda onu referans alabiliyorlar. O meselede de onu anladıklarını sanmıyorum. Ona göre başörtüsü meselesi de ‘İslami’ değil. Kaderin bir cilvesi olsa gerek, o zevat Sünnilerden ziyade, dinlerini sadece sevgi üzerine kurmuş ama bu sevgileri İslâmın hakaikini görmelerine perde olmuş Hıristiyanlarla dost, sarmaş dolaş. Buna da bir sözümüz yok ama bu sevgisinin bir parçasını İslam dairesindeki kardeşlerine de gösterse ya! Bizim sevgide de nefrette de dengeye ihtiyacımız var. Allah (c.c) sadece kendisini şiddetle sevmemizi emrediyor. Onun ötesindekiler tali dir. Bu ne sevgi ah diyesi geliyor insanın.
Hadis-i şerifte: Utanmıyorsan dilediğini yap deniliyor. Onların meşrebi de şu olmalı: Seviyorsan dilediğini söyle... Zaten sevgi ifrat makamında olunca karşıtını tefrit makamını yani nefretini doğurmaması imkânsız. Aman itidal...
15.01.2007
E-Posta:
[email protected]
|