Osmanlı döneminde “Teşkilât-ı Mahsusa” olarak fonksiyon icra eden istihbarat teşkilâtı, millî mücadelede önemli roller üstlenmiş, ancak hayatı ve zamanı doğru okuyamamanın ve geç kalmanın etkisiyle son dönemlerinde fazla müessir olamamıştı.
Bugünkü Millî İstihbarat Teşkilatı (MİT) ise 1927 yılında Millî Amele Hizmeti (MAH) olarak kuruldu. 1983 yılında çıkarılan yeni teşkilât kanunu ile şimdiki adıyla resmileşti.
MİT ismi, çağrıştırdığı kapalılık içinde bir endişe ve kaygı duygusunu insana hissettirdiğini ve genelde iç istihbarat ile düşünce grupları üzerinde plan ve operasyon amaçlı bir zorluk yaşattığı kanaatini verdi.
Devlet millet kaynaşmasında, açık, vatandaşın güven ve desteğini arkasına alacak bir şeffaflığı görülemedi. Kendi konumu ve işleyişi gibi öncelikli faaliyet alanları, iç tehdit algılamasındaki farklılıklar yüzünden, insanımıza hep soğuk geldi.
Özellikle askeri ve irtica tehdidinin dillerde pelesenk yapıldığı yoğun dönemlerde, iç istihbarat olarak dindar ve belli bir gruba mensubiyeti olan insanların mağdur ediliş biçimi, jurnalcilik ve görev atamalarına müdahaleye varan tasarruflar, hep ideolojik bir mantıkla ve öteki denen bir süreçte yapıldı. Bunlar, genel anlamıyla istihbaratın etkisi diye algılandı. Coğrafi bölgeler değiştikçe ve tehdit algısı farklılaştıkça, asla anlaşılamayacak, ancak insanların geleceğini etkileyecek sonuçları itibariyle anlaşılan veya tahmin edilen çatışma alanlarına kapı aralamıştır.
Resmen olmasa da JİTEM olarak adlandırılan Jandarma İstihbarat ve Terörle Mücadele faaliyetleri, bir yanda Askerî İstihbarat birimleri, diğer yanda Emniyet İstihbarat Daire Başkanlığı ve MİT düşünüldüğünde, karmaşıklık, koordinasyon ve hedef belirleme noktasında çok içe dönük etki hiyerarşisine ağırlık verildiği izlenimi doğmaktadır.
MİT Müsteşarı Emre Taner’in kuruluşun 80. yılı münasebetiyle kamuoyu ile paylaştığı yeni yaklaşımları, kayda değer bir açılım olarak görülebilir. Daha önce 2000 yılında ilk defa basının karşısına çıkma girişiminin ardından bu ikinci bir açılım niteliğinde.
Basın, açıklamaya oldukça önem atfetti. Bir hayli görüş serdedildi. Hâlâ da yazılıyor. Bu vesileyle şunu fark ettim; devlet katında ve “derin” olarak ifade edilen kapalı alanda, şüphe veren geçmiş uygulamalardan hareketle, ilgili kurumların açılım niteliği taşıyan yaklaşımları ve toplumu rencide etmeyen çözüm arayışları kamuoyu nezdinde görüş teatisine yol açmaktadır.
Metinden anladığım kadarıyla,
1- Kavramlar doğru seçilmiş, ancak metin farklı yorumlara dâvetiye çıkaracak nitelikte. Belki de her düzeyde tartışmaya kapı aralansın diye böyle bırakılmış olabilir.
2- Resmî söylemlerden uzak bir metin olması ve ezberlenen devlet ideolojisine atıf yapmaması olumlu bir yaklaşım. Müzakere imkânı veriyor.
3- 1990’da dünyada yaşanan değişimin farkına varamama ve çoğu zaman savunma amaçlı dış istihbarat birimlerinin ülkemiz üzerindeki psikolojik etkilerini bertaraf edememe tesbitleri yerinde.
4- Sanal tehdit algılarının tekrar edilmemesi ve herkese daha geniş bir perspektiften bakma, 2007’nin kritik süreçlerini doğru okuma ve bölgesel dinamikleri dikkate alma uyarısı devletin belli mahfillerine yeni bir ev ödevi olarak yorumlanabilir.
5- Ortadoğu, Ortaasya ve Balkanların üç önemli sac ayağı olduğu ve bizim bu üçgenin bütün karmaşık, istikrarsız veya çatışma potansiyeli taşıyan konumlarından etkileneceğimize ait dış etkileri nazara veren perspektif de yerindedir.
6- Bütün devlet kurumları ile siyasî partilerin, sivil toplum kuruluşlarının ve vatandaşın kamu vicdanında makes bulacak “güçlü devlet” kavramına itirazı yok. Yeter ki bu gücü üreticinin emeğine saygılı, savunmayı dış tehditler öncelikli gören ve toplumun değerler sistemine ve inancına duyarlı ve destekçi bir çerçevede gücün kaynağını milletin temel yapısında arasın.
Son olarak, 100 yıllık bir geçmişi olan Said Nursî ve Nurculuk konusunda, hâlâ iftira dolu hezeyanların ve kayıtların el altında resmî ortamlarca paylaşıldığı düşünüldüğünde, ne kadar insanî ve demokratik şeffaflıkla doğruyu tesbit ciddiyetinin olduğu tartışılabilir.
Bundan sonra daha insanî ve iç bütünlüğümüze katkı yapacak bir üst söylem ve bunun deklare edilerek milletin güvenine lâyık olacak uygulamalar elbette takdir görecektir.
Yeni açıklama, devletin yeni yorumunu beraberinde getirirse faydalı olacaktır.
15.01.2007
E-Posta:
[email protected]
|