Zaman akıp geçiyor sağımdan ve solumdan. O kadar hızlı ki, yüzümde hissediyorum rüzgârını. Bazen üşütüyor, bazen dağıtıyor, bazen de topluyor içimi. Kimi zaman sendeletiyor, kimi zaman da hiç farkında olmadan sürüklüyor beni faaliyetler içine. Öylece gelip geçiyor buralardan. Ama ben durup bekliyorum hayatın içinde. Aslında, iyi mi yapıyorum ne? Bu kadar koşanları görünce ve koşarken birçok şeyi erteleyenleri fark ettiğimden beri yapıyorum bunu. Oyun oynayamayan çocuklar, gülemeyen büyükler var bu koşuda. Ben sonuncu olmaya karar veriyorum. Dünyanın, etrafımda döndüğünü fark etmek istiyorum.
Oturmuş bekliyorum sabırla. Duvar takvimimin sayfaları bitti. Yenisini taktım. Bu böyle sürüp gidecek, tekrar bitecek ve ben yine yenisini takacağım. Kendi ellerimle kopardığım takvim sayfalarına kızıyorum, “Koparmasaydım” diye. Sonra hâlime gülüyorum, sanki sayfaları koparmasam günler geçmeyecek. Ben her yıl günlerin bu kadar çabuk geçmesine üzüleceğim. Onlarsa, bana aldırmadan hep geçip gidecek. Bakıyorum da hiç kimse, hiçbir şey eski hâliyle yok yeni zamanda. Hayatı tutmak mümkün değil.
Hani şair “Ne içindeyim zamanın, ne de büsbütün dışında” diyor ya, aynen öyle olduk. Köşe başlarında bekleşiyoruz. Hangi işin elinden tutsak, ya o bizi bırakıyor ilgilenmediğimizden ya da biz bırakıyoruz sıkıldığımızdan. Bir bakıma; bambaşka diyarlarda, bambaşka hayatları aynı fon müziği eşliğinde yaşıyoruz. Öylece her şeyin ortasında kalakalıyoruz.
Bu hengâmede yeni bir yıla girerken sevinip havalara uçuyoruz. Ertesi sabah kalkınca, her şey seyrinde devam ediyor. Bu defa şaşırıyorum. Biz neden bu kadar çok seviniyoruz ki? “Yaşasınlar” eşliğinde ömrümüzden giden bir yılı devirirken, zamana olan hıncımızdan mı “oley” tarzı nidalar yükseliyor? Yeni bir yıl için yazılan yazıları okuyorum. Hepsi yeni bir hayat, iyi dilekler, mutluluklar ve en önemlisi yeni başlangıçlar temenni ediyor. Yeni yıl, yeni bir başlangıç olsun, diyorlar. Ama nafile, o da olmuyor. Zira saat gece 12 olunca, bir önceki yılda yaşadıklarımızdan ders alıp yeni yıla farklı bir şekilde tasarladığımız hareketlerimizle başlamıyoruz. Anlayacağınız, o kadar iyi dilek havada kalıyor.
Bunun yanında, Noel Baba’yı bekleyenler de hayal kırıklığına uğruyor. Gelmeyince, yıkılıp “Bizden bir şey olmaz” diyor. Ben de Noel Baba işine kahkahalarla gülenlerdenim. Bu hâlim de eskide kaldı. Ve bu yıl Onur isimli bir genç şaşırtıyor beni. Noel Baba’ya inanmıyor; ama onun hayranı olan 24 yaşındaki bu genç, baya farklı geliyor. Haklı(!) sebepleri de var. Diyor ki: “Çok tatlı geyikleri var. Arabasının göklerde uçuyor olması, daha da güzel hani yıldızların arasından.” Ciddi mi ki, diye bakıyorum. Baya samimi olduğunu görünce, şaşkın şaşkın tebessüm ediyorum.
Durmak lâzım, biraz soluklanmak… Yavaş yavaş hareket etmek... Yaşamak, yani yaşar gibi yapmamak. Eğer bu kadar hızlı eskiyorsa her şey ve bizler her şeyi hızlı tüketiyorsak, insanlar gözlerimizin önünde bu kadar geriliyorsa koşmaktan, öyleyse başkaları için biz yavaşlayalım. Çünkü bir an geliyor, elinizi attığınız her cebinizden bir keşke çıkıyor. Geçmişin arkasından el sallamaksa aslolan, yeniye de yenice; ama farkında olarak başlamak gerek. “Bizden artık bir şey olmaz” diyenlerdenseniz, bana da simyacının dediği gibi: “İnsanlar ayaklarının altındaki hazineyi görmezler. Neden biliyor musun? Çünkü insanlar mucizeye inanmazlar” demek düşüyor Ocak ayının ortasında.
17.01.2007
E-Posta:
[email protected]
|