Markaların İnovasyon Manifestosunun yazarı John Grant, “Kurumsal kabızlığa karşı örgütlenmiş kaos”a değinir. Bu durumda sarkacın hangi tarafında olunduğu önemli değildir.
Ülkemizde birileri, insanımızı; kabızlığın, beyni demokrasi oksijeninden mahrum bırakarak “toplumsal ölüm”e sürüklerken, diğer tarafta kaosun beslendiği örgütlenme biçimi ise karmaşık ve gerilimli bir sürece dâvetiye çıkarmaktadır.
Acaba gerilimi, beynin üretken dehasını pozitifleştirmede kullanamaz mıyız?
Bütünleyen ve bağımsız diyalog ortamlarına altyapı sağlayıp, fikirlerin kendini güvende hissedeceği bir ortam temin etmek, üretken ve çözümcü sonuçlara götürmez mi?
Ülke kaynaklarını, yeni bir bakışla markalaştırıp kurumsallaştıramaz mıyız? Bu anlamda Türkiye’nin kendini doğru konumlandırmaya ihtiyacı var. Türkiye öncelikleri, avantajları, stratejik varlıkları, farklılık ve uygarlık için referans değerinde geçmişi ile köprü/santral ülke olma perspektifleriyle değerlendirildiğinde, geleceğe yansıtacağı büyük bir projeksiyona sahip.
Doğru yerde ve doğru hedeflerle doğru bir süreçte bunu icra edecek ortak hafızaya tutunması gerekir. Milleti, akıl fetreti yaşatan izole edici yaklaşımlardan ve çatışmalardan korumak şart.
Avrupa’ya uzanacak Asya’nın geçiş vizesini ve kontrol noktasını, iki kıt'anın kesişme çizgisinde elinde tutan Anadolu’nun, sentezlenecek ayrıcalıklı yönünü bütün taraflara sunacağı atölye çalışmalarına yoğunlaşacağı bir arefedeyiz.
Türkiye, “yeni bir marka” olabilir mi?
Hiç şüpheniz olmasın. Olacak inşallah. Kendisiyle yüzleşmenin sancıları değişimin alışkanlıkları zorlayan gelgitlerini yaşasa da, girdiği yol ve ilerlediği güzergâh yeni bir Türkiye müjdesini haykırıyor.
“Trend sorunu”nu aşan bir Türkiye, kendi kulvarında markadır. Benzerlik parametreleri aynı olan ikinci bir ülke yok.
Asya-Avrupa bileşeninde, Müslüman ve demokrasi tercihi olan, hatalarından ve çatışmalarından sonuçlar çıkaran, gelecekte ilk 20 ülke arasında hatırı sayılır bir yere oturmak isteyen bir Türkiye var.
Peki zorluğu ne?
İsterseniz “zorluk” demeden, kolay olan nedir veya ne yapılmalıdır sorusunun cevabını arayalım?
Çok öz ifade etmek gerekirse, enerjisini hedefine odaklamalıdır. Potansiyelini geleceğe kilitlemelidir. Yarınların doğru okunmasına ve kendi tarih, din, demokrasi ve kültür bileşenlerini sistemleştirecek sağduyunun kimyasını ve ortak tasavvurun heyecanını bulmalıdır.
Bu mümkün mü?
Elbette. Bunun için “kültürel bir mantık” bulmak ve uzlaşmanın rahatlatıcı ve güçlendirici iklimini hazırlamak zorunda. Bütün mesaisini buna teksif etmeli.
“Marka fikirlerine ilişkin bir tipoloji” olmalı. Kendini tanımlamalı. Kendini doğru ifade etmeli. Bir anlamda “molekülünü inşa” etmeli. Mevcut hafızaya ilâveten “yeni gelenekler”de anlaşmalı. “İnanç sistemi”ni en doğru şekilde koruyarak onun üzerine kimliğini teşkil etmeli.
“Zaman” ölçüsünü ve değişim trendini, birbirini destekleyen ve bıkkınlık vermeyen bir fayda/gereklilik dengesinde tutmalı.
“Sürü iç güdüsü” yeterli bir ortaklık değildir. Bilinçli bireylerin amaç birliği ile sinerji oluşturdukları bir sürecin birleştiriciliği önemsenmeli.
Bu arada bütün bu “yap boz“ların doğru karelere veya tasarlanan geleceğe oturabilmesi için, “iletişim kurmak” başlı başına bir strateji ister. Kendimizle, bir başkasıyla, olgularla ve olaylarla kuracağımız iletişim, verimliliğimizi günceller. Paydaş kültürünü geliştirir, müzakereleri hızlandırır.
Biraz satır araları boş bırakılmış bu markalaşma serüveninin, damalı halini ve sizce ilâvesi gereken yeni satırları yazar mısınız?
İsterseniz görüşlerinizle birlikte yeni bir metin yapalım?
Böylece işimize başlamış olalım.
Şu anda “lüks/bolluk fikirler”inize sarılın, “kışkırtıcı kontrol” içinde kendinizi tazeleyin.
Düşünelim bir kere: Hâlâ bir marka stratejiniz yok mu? İnovasyon stratejisine ne dersiniz?
Türkiye yenilenecekse, kendi kadim medeniyetinin asaletini markalaştırmalı. Dünyaya bunu haykırmalı.
17.01.2007
E-Posta:
[email protected]
|