Kur’ân’a basit bir dikkatle baksak; yüzlerce aklî-mantıkî, ilmî delillerle, görünenlerden gayba, sebepten müsebbibe, eserlerden müessire, nizamdan nazıma, san'attan sanatkâra pencereler açıp, başta tevhid olmak üzere diğer iman esaslarını da ispat ettiğini rahatlıkla göreceğiz. “Allah’ın varlığı-birliği; peygamberlik; haşir, yâni öldükten sonraki diriliş; ibâdet ve adâleti ispat” gibi dört ana gayesi olan1 Kur’ân, insanı kendisine çekmez, bilâkis “Ey akıl sahipleri ibret alınız;”2 “Allah’ın rahmetinin eserlerine bir bak!”3 diye kâinat kitabındaki delillere yönlendirir.
İslâmın gerçekleri belgeyle kuşanmıştır. Daima akıllara danışır. Ve ezelden ebede geçerli olan hikmete uygundur.
Acaba görülmüyor mu ki; âyâtın ekser açılışı ve bitiminde insanlığı vicdana havale ve aklın istişaresine hamlettiriyor4 ve diyor: “Bakmazlar mı?”5 “Bakınız”6 “Onlar hiç düşünmezler mi?”7 “Hâlâ düşünmez misiniz?”8 “Düşününüz.”9 “Farkında değiller.”10 “Akıllarını kullanırlar.”11 “Akıl etmezler.”12 “Biliyorlar.”13 “Bundan ibret alınız ey basiret sahipleri!”14
İman esaslarını ispat ile tahkikî imana çıkarmamız gerektiğini emreden âyetlerden birisi şu olsa gerek: “Ey iman edenler! Allah’a, Peygamberine, Peygamberine indirdiği Kitab’a ve daha önce indirdiği kitaba imân ediniz.”15 Şâyet, delile dayalı ispat ile tahkikî imân istenmeseydi, “Ey inananlar, imân ediniz!” hitabı malûmu i’lâm olmaz mıydı?
Diğer yandan bizzat Kur’ân, “O mücrimler hoş görmese de Allah kelimeleriyle hakkı ispat eder”16 fermanıyla ispat yolunu nazara verir. Kur’ân en mükemmel irşad ve dâvet kitabı olduğundan; tebliğin temel çerçevesini “Mü’min kullarıma şunu söyle ki, kâfirlere karşı en güzel sözü söylesinler; hiddet göstermeksizin delilleri en güzel bir şekilde ortaya koysunlar”17 şeklinde çizer.
Öte yandan Kur’ân, ne akıl, ne fen, ne sosyal ilimlerle çatışır. Aksine, onların kesinleşmiş üslûp ve metodlarını da mu’cize eseri olarak barındırır ve binlerce, on binlerce, belki eşya ve varlık adedince delilleri akıl sofrasına serer. Ancak Kur’ân kâinattaki fenlerden direkt değil, dolayısıyla bahseder. Asıl gaye, Sultan-ı Ezelî olan Allah’ın saltanatını ilân ve hakikî fenlerin diliyle ilân ve isbattır.
Kur’ân’ın, akıl, gözlem ve tecrübelere dayalı olarak sunduğu belgelerden bazıları şöyle: “Şüphesiz göklerde ve yerde inananlar için birçok âyetler vardır. Sizin yaratılışınızda ve (Allah’ın) yeryüzünde yaydığı canlılarda, kesin olarak inanan bir toplum için ibret verici işaretler vardır. Gecenin ve gündüzün değişmesinde, Allah’ın gökten indirmiş olduğu rızıkta ve ölümünden sonra yeri onunla diriltmesinde, rüzgârları değişik yönlerden estirmesinde, aklını kullanan toplum için dersler vardır. İşte sana gerçek olarak okuduğumuz bu âyetler Allah’ın âyetleridir. Artık Allah’tan ve Onun âyetlerinden sonra hangi söze inanacaklar? O, göklerde ve yerde ne varsa hepsini, kendi katından bir lütfu olmak üzere size boyun eğdirmiştir. Elbette bunda düşünen bir toplum için ibretler vardır.”18
“Allah size âyetlerini gösteriyor. Allah’ın âyetlerinden hangisini inkâr edersiniz.”19 Zaten “âyet”, delil demektir. Kur’ân’ın ibâreleri âyet olduğu gibi, yaratılan her şey kevnî bir “âyet”tir.
Dipnotlar: 1- İşârâtü’l-İ’câz, s. 21.; 2- Rûm: 50.; 3- Haşir: 2.; 4- Muhakemât, s. 43.; 5- Gaşiye: 17; 6- Âl-i İmrân: 137, Nahl, 37, Ankebût, 20.; 7- Nisâ, 82, Muhammed, 24.; 8- En’âm 80, Secde, 4.; 9- Sebe’, 46.; 10- Bakara, 9.; 11- Ra’d, 4.; 12- Mâide, 58.; 13- Bakara, 75.; 14- Haşir, 2.; 15- Nisâ, 136.; 16- Yûnus, 82.; 17- İsrâ, 53.; 18- Gaşiye, 3-6, 13.; 19- Mü’min, 81.
17.01.2007
E-Posta:
[email protected] [email protected]
|