“Zengin hazinelerin fakir bekçileriyiz” sözünün en geçerli olduğu yerlerden birisi de İslâm dünyasının hâli olsa gerek.
Gerçekten İslâm gibi emsâlsiz, maddeten ve manen terakkî ettirecek hakikatler hazinesine sahip olduğumuz halde onun değerini bilemiyoruz. Nice nokta keşfedilmeye hazır halde bekliyor.
Dünkü yazımızda Bediüzzaman Hazretlerinin tesbitleri ışığında hakikat-i İslâmiye, şiddetli ihtiyaç ve tam bir fakirlik, hürriyet-i şer’iyyenin bizi terakkîye zorladığını belirtmiştik. Bugün de bu beş maddeden diğer ikisi şehamet-i îmaniye ve izzet-i İslâmiye üzerinde duralım.
Eğer biz dünya ülkeleriyle, bir Almanya, bir Amerika, bir Japonya’yla yarışa sevk edecek, hatta onları geride bırakabilecek maddî ve manevî zenginliklerin sahibi olduğumuzu bir bilsek, bu hazinelerden hakkıyla istifade edebilmek için nasıl çalışmaz, bu yarışta onları kıskandıracak hâle gelmeyiz? Biz bir Kore kadar dahi olamaz mıydık, olamaz mıyız?
Mâdem insanı yükseltecek, yüceltecek en büyük insanlık olan İslâmiyete gönül vermişiz. Öyleyse insaniyete lâyık üstünlüklere sahip çıkmalıyız.
Dördüncü kuvvet olan şehamet-i imaniyeye gelince, bu kuvvet şefkatin bağrından fışkırmakta olan bir kuvvet. Bu güzel duygu ne zâlimlere karşı zelil düşmeyi, ne de mazlûmları zelil etmeyi gerektirir. Şehamet-i îmaniyeye sahip olan mü’min, ne müstebitlere dalkavukluk eder, ne de bîçarelere karşı tahakküm ve tekebbür eder.
Beşinci kuvvet de izzet-i İslâmiyedir ki Allah’ın adını köşe bucak dünyanın dört bir yanına yaymayı gerektirmektedir. Bu da bu zamanda maddeten terakkî ve medeniyetin güzelliklerini elde etmekle mümkündür.
İzzet-i İslâmiyenin iman ile verdiği bu emri âlem-i İslâmın şahs-ı mânevîsinin yerine getireceğinin muhakkak olduğunu belirten Bediüzzaman şu hakikate de parmak basıyor:
“Evet, nasılki eski zamanda İslâmiyetin terakkîsi düşmanın taassubunu parçalamak ve inadını kırmak ve tecavüzâtını defetmek, silâh ile kılınç ile olmuş. İstikbalde, silâh, kılınç yerine hakikî medeniyet ve maddî terakkî ve hak ve hakkaniyetin mânevî kılınçları düşmanları mağlup edip dağıtacak.”1
Evet, eskinin silâh ve kılınçlarının yerini hakikî medeniyet ve maddî terakkî ve hak ve hakkaniyetin mânevî kılınçları aldı. Düşmanlara zafer ancak bunlarla elde edilecek.
Âlem-i İslâm bu hususta mesafe almakla başbaşa. Eksiklerimizi tamamlama, daha ilerlere gitmek için sahip olduğumuz bu hakikatler bize kamçı olmalı değil mi?
Dipnotlar:
1- Hutbe-i Şâmiye, s. 41.
17.01.2007
E-Posta:
[email protected]
|