Günümüzde Müslümanın terakkîsi her zamankinden daha büyük bir önem arz ediyor. Şartlarına uyulduğunda ise bunun hiç de imkânsız olmadığı görülecektir.
Mânen olduğu kadar maddeten de İslâmın hâkimiyet kurabilmesi için altyapıyı teşkil edecek unsurlar aslında yok değil. Bütün mesele bunları faaliyete geçirebilmektir.
Bediüzzaman bundan doksan küsür sene kadar önce Şam Emevî Camii’nde İslâm âleminin hastalıklarına teşhis koyarken tedavîlerini de sunmuştu. Orada istikbalin kıt’alarında hakikî ve mânevî hâkim olacak ve beşeri, dünyevî ve uhrevî saadete sevk edecek yalnız İslâmiyet olduğunu söylüyor ve şu müjdeleri veriyordu:
“Maddeten İslâmiyetin terakkîsinin kuvvetli sebepleri gösteriyor ki, maddeten dahi İslâmiyet istikbale hükmedecek.”1
Buna delil olarak da İslâm âleminin şahs-ı mânevîsinin kalbinde yerleşen beş güçlü ve kırılmaz kuvvetten söz ediyordu. Özetle bunlar, 1) Hakikat-i İslâmiye, 2) Şiddetli ihtiyaç ve tam bir fakirlik, 3) Hürriyet-i şer’iyye, 4) Şehamet-i îmaniye, 5) İzzet-i İslâmiyedir.
Bu hakikatlerin herbiri, üzerinde ayrı ayrı durulacak önemde. Kısaca belirtmek gerekirse bunlardan birincisi hakikat-i İslâmiyenin hiç bir kuvvetle kırılamayacak güçte olduğunu görürüz. O İslâm hakikati ki her türlü mükemmelliğin üstadı, bütün Müslümanları aynı çizgide birleştirip tek bir kişi haline getiren, gerçek medeniyet bağrından fışkıran, müsbet ve doğru her türlü fenle mücehhez bir hakikattir. Bu hakikate tam sahip çıkana yükseliş kapıları ardına kadar açık demektir.
İhtiyaç ve fakirliğin insanı tembellikten çok gayrete, çıkış yolları aramaya ittiği bir gerçek. Hele insanın ihtiyaç duyduğu meseleler mübrem hale gelmişse onu karşılamak güç olmaz. İlim ve teknolojide medenî dünyaya ayak uydurmaya, medeniyet ve sanatlarını almaya çalışmak, hele fakr u zaruret içinde bulunmak o kadar itici bir güçtür ki geçen zaman bunları elde etme yolunda önemli mesafe aldırmıştır.
Üçüncü kuvvet olan hürriyet-i şer’iyye de terakkîye sevk eden önemli potansiyel bir güçtür. Öyle ki bu duygu insanlığa yüksek ufuklar göstermekte ve bu yolda musabakaya sevk etmektedir. Bu hürriyet istibdadın en büyük düşmanıdır. Ulvî duygular o hürriyetle kanatlanmaktadır. Niçin dünya başkalarına Cennet olurken, bizim için Cehenneme dönsün? Bulundukları maddî kalkınma noktasında aslında biz bulunmalı değil miydik?
İşte bu gıpta, kıskançlık ve rekabet duygusudur ki Müslümanları yeniliklere, medeniyetin güzelliklerine kapıları açmada yarışa yöneltmektedir.
Konuya bir sonraki yazımızda inşaallah kaldığımız yerden devam edelim.
Dipnotlar:
1. Hutbe-i Şâmiye, s. 39.
16.01.2007
E-Posta:
[email protected]
|