|
|
ÂYET-İ KERİME MEÂLİ
Siz ve taptıklarınız, Cehenneme girecek olanlardan başkasını, Allah hakkında saptıramazsınız.
Sâffât Sûresi: 161-163
|
17.01.2007
|
|
HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ
Öfkelenme. Çünkü öfke yıkıcıdır.
Câmiü's-Sağîr, c: 3, 3867
|
17.01.2007
|
|
İnsanın mizacı, beslendiği şeyden etkilenir
Me’mûrât ve menhiyât-ı şer’iyede illet, emr-i İlâhîdir ve nehy-i İlâhîdir. Maslahatlar ve hikmetler ise, müreccihtirler; emir ve nehyin taallûklarına ism-i Hakîm noktasında sebep olabilir.
Meselâ, sefer eden, namazını kasreder. Bu namazın kasrına bir illet ve bir hikmet var. İllet, seferdir; hikmet, meşakkattir. Sefer bulunsa, meşakkat olmasa da, namaz kasredilir. Sefer olmasa, hânesinde yüz meşakkat görse, yine namaz kasredilmez. Çünkü meşakkat filcümle bazan seferde bulunması, kasr-ı namaza hikmet olmasına kâfîdir ve seferi illet yapmasına da yine kâfidir.
İşte, bu kaide-i şer’iyeye binâen, ahkâm-ı şer’iye hikmetlere göre tegayyür etmiyor, hakikî illetlere bakar. Meselâ, o doktorun bahsettiği gibi, hınzırın etinden bildiği zarardan, hastalıktan başka, "Hınzır eti yiyen bir cihette hınzırlaşır" HAŞİYE kaidesiyle ve o hayvan, sâir hayvânât-ı ehliye gibi zararsız yapılmıyor. Etinden gelen menfaatten ziyade, çok zarar îrâs etmekle beraber, etindeki kuvvetli yağ, kuvvetli soğuk memleketi olan firengistandan başka tıbben muzır olduğu gibi, mânen ve hakikaten çok zararlı olduğu tahakkuk etmiş.
İşte bu gibi hikmetler, onun haram olmasına ve nehy-i İlâhî taallûkuna da bir hikmet olmuştur. Hikmet her fertte ve her vakitte bulunmak lâzım değildir. O hikmetin tebeddülü ile illet değişmez. İllet değişmezse hüküm değişmez. İşte bu kaideye göre, o bîçâre adamın ne kadar şeriatın rûhundan uzak konuştuğu anlaşılsın. Şeriat nâmına onun sözüne ehemmiyet verilmez. Hâlıkın çok akılsız filozoflar suretinde hayvanları vardır!
HAŞİYE: Acaba Frengistanın bu kadar harika terakkiyât-ı medeniyetiyle ve kemâlât-ı fenniyesiyle ve insaniyetperverâne ulûmuyla ileri gittiği halde, o terakkiyat ve kemâlâta ve o ulûma bütün bütün zıt olan maddiyyunluk ve tabiiyyunluk zulümâtında hınzırcasına saplanmalarında, hınzır etini yemesinin medhali yok mudur? Soruyorum. İnsan, beslendiği şeyle mizâcı müteessir olduğuna delil, "Kırk günde hergün et yiyen kasâvet-i kalbiyeye dûçâr olduğu" darb-ı mesel hükmüne geçmesidir.
Lem'alar, 9. Lem'a, 4. Suâl, s. 89
Lügatçe:
me’mûrât ve menhiyât-ı şer’iye: Dinin emrettiği ve yasakladığı şeyler.
illet: Asıl sebep.
nehy-i İlâhî: Allah'ın yasaklaması.
maslahat: Fayda.
müreccih: Tercih edici sebep.
taallûk: İlgi, münasebet.
kasr: Kısaltma.
filcümle: Umumiyetle.
ahkâm-ı şer’iye: Şer'î hükümler.
tegayyür: Başkalaşma, bozulma.
hınzır: Domuz.
hayvânât-ı ehliye: Evcil hayvanlar.
îrâs: Verme, meydana getirme, sebep olma.
Frengistan: Avrupa, Batılı ülkeler.
tebeddül: Değişme.
terakkiyât-ı medeniyet: Medeniyetin ilerlemeleri.
kemâlât-ı fenniye: Fenni, bilimsel gelişmeler.
ulûm: İlimler.
maddiyyunluk: Maddecilik; materyalistlik.
tabiiyyunluk: Tabiatçılık. Natüralistlik.
zulümât: Karanlıklar.
medhal: Karışma.
müteessir: Etkilenmiş.
kasâvet-i kalbiye: Kalp katılığı, merhametsizlik.
Hâlık: Yaratıcı.
|
17.01.2007
|
|
ESMA-İ HÜSNA
Sâbık
Allah (c.c.), Sâbık’tır. Yani her şeyden öncedir, ezelîdir, başlangıcı yoktur. Evveliyet itibâriyle onu geçen hiçbir şey yoktur. O, her şeyin önündedir. Her şeye tekaddüm hâlindedir. Allah Evvel’dir, Sâbık’tır. Kadîm’dir.1
Sâbık ismi, Hazret-i Ali’nin (r.a.) Peygamber Efendimizden (a.s.m.) rivâyet ettiği Cevşenü’l-Kebir’de vârit olmuştur.2
Saîd Nursî’ye göre, Cenab-ı Hakkın birlik sırrıyla öyle bir tecellîsi vardır ki, hiçbir yerde olmadığı halde, her yerde hâzır ve nâzırdır. Kulları kabûlünde nöbet ve sıra yoktur. Teveccühünde inkısam ve bölünme olmaz. Aynı anda her yerde külfetsiz, bölünmesiz her işi yapar.3
Meselâ, kemerli bir kubbedeki ustalık san’atı için iki ihtimâlden söz edilebilir. Bu ustalık, ya taşlardan bilinir, ya da bir ustadan. Eğer birinci şıkkı kabûl etmeyi düşünüyorsak, hemen vazgeçme zarureti ile karşılaşırız. Çünkü, her bir taş birbirine hem hâkim, hem mahkûm durumda olduğundan, o ustalığın gereği, “hiçbir engel tanımama” özelliği, elbette o taşlarda mevcut olmayacaktır. Bu durumda ikinci şıkkı kabûl mecburiyeti doğacaktır. Bu ise bir mecburiyetten ziyade, mantığın gereğidir. Çünkü, usta o kubbenin ortaya çıkması için gereken her türlü bilgi, irade ve güce sahip olmakla birlikte, aynı zamanda işi yapma ve tamamlama noktasında, ustalığını sergileme açısından, onu kısıtlayabilecek hiçbir engel de mevcut değildir. Cenab-ı Hakkın da her şeye karşı bütün isimleriyle aynı anda müteveccih bulunduğundan aslâ şüphe edilmemelidir.4 Cenab-ı Hakkın hayatı dâimîdir, ezelîdir, ebedîdir. Çünkü, Onun hayatı zâtîdir. Zâtî olan zâil olmaz, geçici olmaz, başlangıcı olmaz. Allah Teâlâ Kadîmdir, Bâkîdir.5
Bedîüzzaman’a göre, bahar mevsiminde, altı gün zarfında, sayısız karışık bitkilerin tohumlarından ölmüş, çürümüş, kaybolmuş olan cesetlerinin galatsız, hatasız, yanlışsız, karıştırmaksızın ve geçmiş bahardaki gibi aynen inşâ ve iâde edildikleri gözden kaçmamalıdır. Bitkiler dünyasının bu her sene baş döndürücü haşrini yapan Kudret dâimî ve sınırsız olduğundan, başlangıçta gökleri ve yeri altı günde halk etmekten aslâ âciz olmadığı gibi, bir göz işâreti kadar Kendisine hafif gelen insanlığın gelecekteki büyük haşrini yapmaktan da aslâ âciz değildir.6 Bahar mevsiminde yazıları silinmiş, harfleri karışmış üç yüz bin sayfayı kısa zamanda yazan kudrete, tek bir sayfadan ibâret olan insanlığın haşri elbette zor gelmez.7
(Risale-i Nur’da Esma-i Hüsna,
Süleyman Kösmene)
Dipnotlar:
1- Mesnevî-i Nuriye, s. 48
2- Mecmuatü’l-Ahzab, 2: 248
3- Mektubat, s. 240
4- Mektubat, s. 242
5- A.g.e., s. 233
6- Mesnevî-i Nuriye, s. 41
7- A.g.e., s. 42
|
17.01.2007
|
|
Risâle-i Nur, bir İslâm kültürü külliyatıdır
Risâle-i Nur'un son derece etkili bir sesi ve üslûbu vardır. Bir bakıma Risâle-i Nur, tek başına bir İslâm kültürü külliyatıdır. Onun, Anadolu'da, okumamış insandan aydın insana kadar büyük bir kitleyi yeniden İslâm kültürü ve inancıyla eğittiğini, âdeta Anadolu'da yeni bir kültür akımı doğurduğunu ve bir kültür savaşına giriştiğini görmemek mümkün değildir.
“Kültür ve Sanat Büyük Ödülü”nün bu yılki sahibi Sezai Karakoç, “İslâm'ın Dirilişi” isimli
kitabında böyle demiş.
|
17.01.2007
|
|
Mu'cizât-ı Ahmediye'den (asmb)
Bir parça toprakla kör oldular
Ehl-i siyer ve hadis müttefikan haber veriyorlar ki: Kureyş kabilesi, Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmı öldürtmek için katî ittifak ettiler. Hattâ, insan sûretine girmiş bir şeytanın tedbiriyle, Kureyş içine fitne düşmemek için, her kabileden lâakal bir adam içinde bulunup, iki yüze yakın, Ebu Cehil ve Ebu Leheb'in taht-ı hükmünde olarak, Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın hane-i saadetini bastılar. Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın yanında Hazret-i Ali vardı. Ona dedi: "Sen bu gece benim yatağımda yat." Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm beklemiş, tâ Kureyş gelmiş, bütün hanenin etrafını tutmuşlar. O vakit çıktı, bir parça toprak başlarına attı, hiçbirisi onu görmedi, içlerinden çıktı, gitti. Gar-ı Hira'da iki güvercin ve bir örümcek, bütün Kureyş'e karşı ona nöbettar olup muhafaza ettiler.
Mektubat, s. 159
|
17.01.2007
|
|
NURDAN DUÂLAR
Allahım! Senin rahmet ağacının en latîf, en şerif, en mükemmel ve en güzel meyvesi olan, âlemlere rahmet olarak ve Senin rahmet ağacının âhiret yurdu üzerine sarkan en süslü, en güzel, en parlak ve en yüce meyvelerine, yani Cennete ulaşmamıza vesîle olarak gönderdiğin zâta, salât ve selâm eyle.
Allahım! Seçtiğin Peygamberinin hürmetine, bizi, anne ve babamızı Cehennem ateşinden koru. Bizi, anne ve babamızı iyilerle beraber Cennete koy. Duâmızı kabul buyur.
Sözler, 10. Söz, Hatime, s. 88
|
17.01.2007
|
|
Sorularla Risale-i Nur
Cenâb-ı Hakkın bizim ibadetimize
ne ihtiyacı vardır?
Cenâb-ı Hak senin ibadetine, belki hiçbir şeye muhtaç değil. Fakat sen ibadete muhtaçsın; mânen hastasın. İbadet ise, mânevî yaralarına tiryaklar hükmünde olduğunu çok risalelerde ispat etmişiz. Acaba bir hasta, o hastalık hakkında, şefkatli bir hekimin ona nâfi ilâçları içirmek hususunda ettiği ısrara mukabil, hekime dese: "Senin ne ihtiyacın var, bana böyle ısrar ediyorsun?" Ne kadar mânâsız olduğunu anlarsın.
Lem'alar, s. 192
|
17.01.2007
|
|
|
|