Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 17 Ocak 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Hülya KARTAL

Güle güle enişte!



Bir bayram günü ailecek ziyarete gittiğimizde, çaylar içilip sohbet edilirken bir ara eniştem babama şöyle demişti:

“Rafet! Bak, artık dede olduk, torunlarımız var, düşünebiliyor musun? Nereden nereye… Hayat bir rüzgâr gibi geçiyor yani!”

“E, ne yapacaksın işte!” diye tasdik etmişti babam.

“Ne dediniz enişte!” diyerek tebessümle ileri atılmıştım. “Bu ayki dergi kapak konumun ismi ‘Ömürler rüzgâr gibi geçti!’”

Babam bu konuşmadan iki sene sonra gitti. Şimdi eniştemi uğurladık. İkisinin ortasında bir zamanda diğer dede olan Kâzım Ağabeyin babası da gitmişti.

Dedeler bir bir gidiyor! Babalar dede olmaya giderken… Ve torunlar anne-baba olmaya gitmekteyken. Gelenler geliyor gidenlere inat! Ve gidenler gidiyor gelenlere inat!

Biz, içimizde keder evde taziyeleri kabul ederken, çocuklar oradan oraya koşturuyor neşe içinde, olanlardan habersiz! “Çocuk olmak var!” diyor gelenlerden bir yaşlı akraba.

İçten içe üzülüyorum; çünkü duâ hazinelerimiz tek tek gidiyor. Bize böyle bu kadar yürekten kim duâ edecek, geride kalan kaç kişi? Eskilerin ağızları duâlıydı zira. Şimdiki nesil çocuklarına duâ etmeyi pek bilmiyor. Kendine daha dönük hayatlarda, ötekine, yakınındakine, uzağındakine, dünyanın öbür ucundakine yürekten bir duâ etmek kaç kişinin aklına geliyor?

Sohbet etmek Hakkı enişteyle özdeşleşmiş bir şeydi. Susuzken suya kanıyor gibi olurdu bir muhatap bulunca. Kimse konuşacak konu bulamazken, isterse yeni tanışılmış olsun, eniştem bulur çıkarırdı konuları. Bazen Risâle eksenli, belki peygamber kıssası veya tarihî bir konu, eski bir memuriyet hatırası. Ama illâ ki enteresan bir şey ama! “Bak, çok enteresan!” diye vurgulayarak üstelik. Bazı hafta sonları dahil olduğum sabah kahvaltılarında uzar giderdi enteresan konular. Hakikaten ilginçti hepsi.

En son dinleyip hayret ettiğim konulardan biri vakıflarla ilgiliydi meselâ. Suluca’da bir arazinin İstanbul’daki bir caminin vakfı olduğunu hiç tahmin etmezdim! Yani Osmanlılar bir cami yaptıracakları zaman, o caminin bakımı için gerekli masrafı temin etmek üzere bir ekilecek arazi tahsis etmeyi de ihmal etmezlermiş. Muhteşem bir zekâ! Araziyi ekip biçenler geçimlik bir pay alırken caminin bakım masraflarını da yetiştirmiş olurlarmış. Tabiî zamanla araziler ‘arazi olunca’ camiler bakımsızlıktan içler acısı hale gelmiş. Belediyenin bunca tarihî camilere neden bakım yapamadığını düşünüp başında saçlar çıkan, otlar biten eski camilere acırdım. Sebep sonuç ilişkisini görünce insan daha çok anlıyor nedenini, niçinini!

Çocukluğumdan itibaren eniştemin üzerimde, yüreğimde çok başka etkileri oldu. Ormanlara yaptığımız hafta sonu aile gezilerinin hiçbirini unutmayız biz büyümüş çocuklar! Babamla eniştem o kadar ‘kafa dengi’ insanmış ki, iki aile olarak gitmeleri doğurmuş. Ne de güzel olmuş. Koca bir yaşlı çınarın etrafında el ele tutuşurduk eniştemin emriyle! Kol hesabıyla gövde kalınlığı ölçümleri yapardı. El ele tutuşup ağacı sarmalamak ne güzel gelirdi bize! Yemişli bir ağaçsa omuzlarına çıkarırdı eniştem beni. Bir yeri acıyacak tedirginliğinden ürke çekine koparırdım, inerdim ağacın dallarından elimde yemişlerle.

Böğürtlenleri toplayıp yemekten daha zevkli olanın, getirip eniştemin avucuna vermek olduğunu öğrenirken, böğürtleni tek tek değil aynen avucunu ağzına götürüp tek lokmalık edişine gülerken…

Ormanlarda çoluk çocuk eniştemin kılavuzluğunda keşif yolculuğuna çıktığımızda, elimizde uzun ağaç dallarıyla birbirimizi kaybetmemeye çalışarak yürümemizin içinde ne tür bir manevî bağ vardı ortaya çıkan tarifi imkânsız… Arabasına bizi gezdirmek için gelip çoluk çocuk neşeyle doluştuğumuzda “Hülya! Hadi anacağım!” diye komut verdiğinde, “Ceddin deden, neslin babaaan!...” diye aynı marşa yine başlarken ben. Biz çocuklara ‘Anacığım’ derdi şefkatle. Çocuklar evin içinde cıvıl cıvıl oynarken hiç kızmaz, aksine ellerini sevinçle çırpıp ‘Aferin! Aferin!’ diye eşlik ederdi.

Kurban Bayramının üçüncü günü son ziyaretimizdi. Sekerat günlerine girdiğini babamdan gördüğüm için tahmin etmiştim. Her Kurban Bayramı bana eniştemi başka türlü hatırlatır. Yine aynı hatıra gezindi hafızamda onu uzaktan hüzünle seyrederken.

Çocukken koyunu alıp bizim evin bahçesinde keserdi. Merhametli ben de koyunla iki gün ahbaplıktan sonra kaçacak delik arar, ağlayacak yalnız köşe bulurdum. Bir gün koyunu getirdiğinde ve sevmek için koyunun yanına koştuğumuzda beni aniden alıp koyunun üstüne bindirdi. Neye uğradığımı şaşırıp “Enişte, al beni ya! Korkuyorum ben!” diye avazlanınca gülerek indirdi. Olay yerinden hızla uzaklaşıp koyuna ürkek dokunmalardan da vazgeçtim. Eniştemin getirdiği koyun, kedilere ve kuşlara, ayrıca börtü böceğe alışmış küçük bahçemizde ilginç bir değişiklik oluştururdu. Bahçemize yeni bir hayvan familyası dahil olduğundan hayli sevinir, sevincim bir gün sonra kursağımda kalır, kurban etleri kursaklarına giderken ben bir lokma o etten yemezdim! Biraz kırsal kesimde yaşamış biriyle sohbet etsem ilk sorularımdan biri ‘Ata bindin mi, eşeğe bindin mi?’dir. Ben hiçbirine binmedim ama eniştem vesilesiyle koyuna bindim! Ve her Kurban Bayramı bana eniştemin elinde koyunla çıkageldiği günleri hatırlatır. Sevinçli ve acıklı günler…

Yirmi yaşımda ilk tesettüre girip Fatih’e ve illâ ki halamlara gittiğimde, kapıyı eniştem açmıştı. Önce tanıyamayıp “Buyurun!” demiş, “Merhaba enişte!” dediğimde önce çok şaşırıp sonra çok sevinmişti. “Vay! Hülya, sen esaslı olmuşsun ya!” diyerek defalarca tebrik etmişti. O gece onlarda kalmıştım güç almaya ihtiyacım olduğundan. Fatih’ten Kadıköy’e manevi takviye kuvvet götürecekmişim gibi! O gece siyah cüppeli bir kol ‘Maşallah kızım!’larla başımın her tarafını defalarca sıvazlayıp durmuştu. Gözümü açtığımda yoktu etrafta hiç kimse…

Ne olursa olsun, insanın, kalbi Allah’la olan, ilim sahibi bir yakını, tanıdığı olması, dünya hayatında önemli bir dayanak ve güç noktası oluyordu yürekten yüreğe.

Hizmetlerimi sürekli takip eden ‘Niye yazmıyorsun?’ diye üzülen, yazıyorsam okuyan ve sitayişle konuları irdeleyerek takdir eden, duâlarını almakla kuvvet bulduğum enişte!

Kalbi daima çocuklarıyla, çocukları kadar sevdiği bu üç kardeşle, torunlarıyla, aslında tüm komşu, akraba ve ahbaplarıyla olan… Ve hiç tanımadığı ama illâ ki tanışmak, ayaküstü de olsa hakikati anlatmak için bahanesi bol olan sohbet ehli enişte!

“Üstad karşılamıştır inşallah” diyorum içimden.

Bu yaz Çanakkale tatiline eniştem için ben de dahil olmuştum birkaç gün. O günlerde bir ara talebelerden konu açıldığında konunun sonuç cümlesi olarak şöyle dedi:

“Biz huzura gittiğimizde böyle duracağız!” (Elini göbeğine bağlayıp başını öne eğerek!) Yani yeterince hizmet edemediğini düşündüğü için mahçup olduğunu ifade etmişti.

Hangimiz gerile kasıla çok iyi hizmet ettiğimizi iddia edebiliriz ki? Hakikati hasbelkader söylediğimiz iki üç kişiye bakıp ümitlensek de… Söylemediğimiz, ilgilenmediğimiz geri kalan insanların sayısına bakınca, Sezen Aksu’nun “Ne kadar az yol almışım, ne kadar az!” şarkısı geçmez mi içimizden?

Kaliteli insanların kaybına iki defa üzülüyorum. Ama yine de yüreğimde temiz bir el izi bırakan ve hayatıma çok şey katan biriyle paylaşılmış hayat kareleri şükrettiriyor.

Bir ağaç gider ama tohumlarını, sûretlerini toprakta, hafızalarda bırakır. Yerin altı da üstü de ahiret kardeşlerine bir! Hatırladıkça selâmlamış, mânen görüşülmüş olacak.

Güle güle enişte!

17.01.2007

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (25.02.2006) - Saklambaç ve körebe

  (11.02.2006) - Tesellî!

  (28.01.2006) - Düşlerin seni çağırır

  (21.01.2006) - Maddeye hücum!

  (07.01.2006) - Duâmız olmasaydı...

  (31.12.2005) - Safları dolduralım!-2

  (24.12.2005) - Safları dolduralım!-1

  (17.12.2005) - Hipnotizma

  (10.12.2005) - Abi, saat kaç?

  (03.12.2005) - Ayna!

 

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdurrahman ŞEN

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Faruk ÇAKIR

  Gökçe OK

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hülya KARTAL

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Hüseyin YILMAZ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mahmut NEDİM

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Metin KARABAŞOĞLU

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Murat ÇİFTKAYA

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Raşit YÜCEL

  S. Bahaddin YAŞAR

  Saadet Bayri FİDAN

  Sami CEBECİ

  Sena DEMİR

  Serdar MURAT

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin Uçal ABDULLAH

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Zeynep GÜVENÇ

  Ümit ŞİMŞEK

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  Şaban DÖĞEN


 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004