|
|
ÂYET-İ KERİME MEÂLİ
Müşrikler "Evvelkilere verildiği gibi bize de kitap verilseydi elbette Allah'ın hâlis kullarından olurduk" diyorlardı. Kur’ân gelince de onu inkâr ettiler...
Sâffât Sûresi: 167-170
|
19.01.2007
|
|
HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ
Rüyâ bir âlimden veya hayırhahtan başkasına anlatılmaz.
Câmiü's-Sağîr, c: 3, 3869
|
19.01.2007
|
|
İhyâ-i dinle olur şu milletin ihyâsı
Din hayatın hayatı, hem nuru, hem esası. İhyâ-i dinle olur, şu milletin ihyâsı. İslâm bunu anladı.
Başka dinin aksine, dinimize temessük derecesi nisbeten milletin terakkîsi.
İhmâli nispetinde idi milletin tedennîsi. Tarihî bir hakikat, ondan olmuş tenâsi.
Sözler, s. 658
***
Şu inkılâb-ı azimin temel taşları sağlam gerek. Şu meclisin şahsiyet-i maneviyesi, sahip olduğu kuvvet cihetiyle, mana-i saltanatı deruhte etmiştir. Eğer, şeâir-i İslâmiyeyi bizzat imtisal etmek ve ettirmekle mana-i hilâfeti dahi vekâleten deruhte etmezse, hayat için dört şeye muhtaç, fakat an’ane-i müstemirre ile günde lâakal beş defa dîne muhtaç olan şu fıtratı bozulmayan ve lehviyat-ı medeniye ile ihtiyâcât-ı ruhiyesini unutmayan milletin hâcât-ı dîniyesini meclis tatmin etmezse, bilmecburiye, mana-i hilâfeti tamamen kabul ettiğiniz isme ve resme ve lâfza verecek ve o mânâyı idame etmek için kuvveti dahi verecek. Halbuki, meclis elinde bulunmayan ve meclis tarikıyla olmayan böyle bir kuvvet, inşikak-ı asaya sebebiyet verecektir. İnşikak-ı asa ise, “Allah’ın dînine ve Kur’ân’a hep birlikte sımsıkı sarılın” (Âl-i İmran Sûresi: 103.) âyetine zıttır. Zaman, cemaat zamanıdır. Cemaatin ruhu olan şahs-ı manevi daha metindir ve tenfìz-i ahkâm-ı şer’iyeye daha ziyade muktedirdir. Halife-i şahsî, ancak ona istinad ile vezaifi deruhte edebilir. Cemaatin ruhu olan şahs-ı manevî eğer müstakim olsa, ziyade parlak ve kâmil olur. Eğer fena olsa, pekçok fena olur. Ferdin iyiliği de, fenalığı da mahduttur; cemaatin ise gayr-i mahduttur. Harice karşı kazandığınız iyiliği, dahildeki fenalıkla bozmayınız. Bilirsiniz ki, ebedi düşmanlarınız ve zıtlarınız ve hasımlarınız İslâmın şeairini tahrip ediyorlar. Öyle ise, zaruri vazifeniz, şeairi ihyâ ve muhafaza etmektir. Yoksa, şuursuz olarak şuurlu düşmana yardımdır. Şeâirde tehavün, zaaf-ı milliyeti gösterir; zaaf ise, düşmanı tevkif etmez, teşcî eder.
Tarihçe-i Hayat, s. 125-127
Lügatçe:
ihyâ-i din: Dinin ihyası, canlanması.
temessük: Yapışma, sarılma.
terakkî: İlerleme.
tedennî: Gerileme.
tenâsi: Unutmak.
şeâir-i İslâmiye: İslâma ait semboller.
an’ane-i müstemirre: Devam edegelen, yerleşmiş gelenekler.
lâakal: En azından.
ihtiyâcât-ı ruhiye: Ruha ait ihtiyaçlar.
hâcât-ı dîniye: Dinî ihtiyaçlar.
inşikak-ı asa: Birliğin bozulması, bölünme, ayrılma.
tenfîz-i ahkâm-ı şer’iye: Dinî hükümlerin yerine getirilmesi.
gayr-i mahdut: Sınırsız.
tehavün: Önemsememek, aldırış etmemek.
teşcî: Cesaretlendirme.
|
Bediüzzaman Said NURSÎ
19.01.2007
|
|
Milletin din ihtiyacı tatmin edilmeli
İstanbul’un İngilizler tarafından işgal edildiği yıllarda, Bediüzzaman’ın işgalcilere karşı cesur ve ehemmiyetli mücadelesini gören Ankara hükûmeti, onu takdir ederek, Ankara’ya davet eder. M. Kemal Paşa, şifre ile davet etmiş ise de, Bediüzzaman cevaben “Ben, tehlikeli yerde mücahede etmek istiyorum. Siper arkasında mücahede etmek hoşuma gitmiyor. Anadolu’dan ziyade burayı daha tehlikeli görüyorum” demiştir. Üç defa şifre ile dâvet edilir. Sonunda, Van eski valisi ve dostu, milletvekili Tahsin Bey'in hatırını kıramaz ve Ankara’ya gelir.
Ankara’da alkışlarla karşılanır; fakat, ümit ettiği ortamı bulamaz. Mecliste dine ve İslâmî şeâire karşı büyük bir lâkaytlık ve soğukluk görür. Buna mukabil, ibadet ve özellikle de namazla ilgili bir beyannâme neşreder.
Bu beyanname, 19 Ocak 1923’te, Meclis’te Kâzım Karabekir Paşa tarafından okunur. Beyannâmenin okunmasından sonra, Meclis’te namaz kılanların sayısının altmış kişi arttığı kaydedilir.
Günümüz siyasetçi ve idarecilerinin, bu beyannamedeki tesbitlere hâlâ ihtiyacı var. Tarihçe-i Hayat’ın 125 ve 127. sayfalarında yer alan beyannâmeden bazı pasajları, dikkatlere sunuyoruz:
Bu millet, başındakini dindar görmek ister
“Bu millet-i İslâmın cemaatleri, her ne kadar bir cemaat namazsız kalsa, hatta fasık da olsa, yine başlarındakini mütedeyyin görmek ister. Hatta, umum Şarkta, umum memurlara dair en evvel sordukları sual bu imiş: ‘Acaba namaz kılıyorlar mı?’ derler. Namaz kılarsa, mutlak emniyet ederler, kılmazsa, ne kadar muktedir olsa, nazarlarında müttehemdir.
“Bir zaman, Beytüşşebap aşairinde isyan vardı. Ben gittim, sordum:
“‘Sebep nedir?’ Dediler ki:
“‘Kaymakamımız namaz kılmıyordu; öyle dinsizlere nasıl itaat edeceğiz?’ Halbuki, bu sözü söyleyenler de namazsız, hem de eşkıya idiler.”
Doğu dinle kalkınır
“Enbiyanın ekseri Şarkta ve hükemanın ağlebi Garbda gelmesi Kader-i Ezelinin bir remzidir ki, Şarkı ayağa kaldıracak din ve kalbdir, akıl ve felsefe değildir. Madem Şarkı intibaha getirdiniz; fıtratına muvafık bir cereyan veriniz. Yoksa, sa’yiniz ya hebâen mensura gider veya sathî kalır.
İslâmî değerler görmezden gelinemez
“Âlem-i İslâm içinde mühim ve inkılâpvarî bir iş görmek, İslâmiyetin desatirine inkıyad ile olabilir, başka olamaz, hem olmamış; olmuş ise, çabuk ölüp, sönmüş.
“Zaaf-ı dîne sebep olan Avrupa medeniyeti sefihanesi yırtılmaya yüz tuttuğu bir zamanda ve medeniyet-i Kur’ân’ın zaman-ı zuhuru geldiği bir anda, lâkaydane ve ihmalkârâne müsbet bir iş görülmez. Menfice, tahripkârâne iş ise; bu kadar rahnelere maruz kalan İslâm, zaten muhtaç değildir.
Milletin din ihtiyacı tatmin edilmeli
“Şu inkılab-ı azimin temel taşları sağlam gerek. Şu meclisin şahsiyet-i maneviyesi, sahip olduğu kuvvet cihetiyle, mânâ-i saltanatı deruhte etmiştir. Eğer, şeâir-i İslâmiyeyi bizzat imtisal etmek ve ettirmekle mânâ-i hilâfeti dahi vekâleten deruhte etmezse, hayat için dört şeye muhtaç, fakat an’ane-i müstemirre ile günde lâakal beş defa dîne muhtaç olan şu fıtratı bozulmayan ve lehviyatı medeniye ile ihtiyâcât-ı ruhiyesini unutmayan milletin hâcât-ı dîniyesini meclis tatmin etmezse, bilmecburiye, mana-i hilâfeti tamamen kabul ettiğiniz isme ve resme ve lâfza verecek ve o mânâyı idame etmek için kuvveti dahi verecek. Halbuki, meclis elinde bulunmayan ve meclis tarikıyla olmayan böyle bir kuvvet, inşikak-ı asaya sebebiyet verecektir. İnşikak-ı asa ise, ‘Allah’ın dînine ve Kur’ân’a hep birlikte sımsıkı sarılın’ (Âl-i İmran Sûresi: 103.) âyetine zıttır. (...)
“Ebedî düşmanlarınız ve zıtlarınız ve hasımlarınız İslâmın şeâirini tahrip ediyorlar. Öyle ise, zarurî vazifeniz, şeairi ihya ve muhafaza etmektir. Yoksa, şuursuz olarak şuurlu düşmana yardımdır. Şeairde tehavün, zaaf-ı milliyeti gösterir; zaaf ise, düşmanı tevkif etmez, teşcî eder.”
|
19.01.2007
|
|
Hayy
Allah (c.c.), Hayy’dır. Yani diridir, hayattârdır, ezelî ve ebedî hayat sahibidir. Allah’ın hayatı zâtîdir. Zâtî olduğu için geçici değildir; zevâl ve fenâ şâibesinden uzak, noksanlık ve kusur ârızalarından temizdir.1
Kur’ân’da Cenâb-ı Hak, kendi Zât-ı Muallâsını Hayy ismiyle isimlendirdiği gibi, Peygamber Efendimiz de (a.s.m.), Allah’ın Hayy olduğunu bildirmiştir.2
Kur’ân’da bir âyette, “Ölümsüz, Hayy olana tevekkül et. Onu, hamd ile tespih et”3 buyuran Zât-ı Hayy-ı Kayyûm, bir diğer âyette, “O, Hayydır. Ondan başka İlah yoktur. Dini yalnız Ona has kılarak duâ edin”4 buyurmakta, bir başka âyette ise, “Yüzler, Hayy ve Kayyûm olana boyun eğmiştir. Yükü zulüm olan ise hüsrâna uğramıştır”5 buyurmaktadır.
“Bir hayat ki, bütün vücud, bütün envârıyla Onun gölgesidir,” der Bedîüzzaman ve sorar: “Nasıl adem Ona ârız olabilir? Evet, bir hayat ki, vâcip bir vücut Onun lâzımı ve unvânıdır, elbette adem ve fenâ hiçbir cihetle Ona ârız olamaz.” Bediüzzaman Saîd Nursî, bütün hayatların Allah’ın hayat sıfatının cilvesiyle meydana geldiğini, kâinatın tüm sâbit hakikatlerinin o hayata dayandığını ve Onunla ayakta durduğunu beyan eder ve hiçbir ölüm ve yokluğun ona ulaşamayacağını, hayat sıfatının cilvesinden bir tek pırıltının, ölüm ve yokluğa mâruz olan bütün eşyaya bir birlik vererek sürekli hayata mazhar kıldığını, dağılmaktan kurtardığını ve her şeyin, kendi varlığını hayat sıfatının cilvesiyle muhâfaza ettiğini kaydeder.6
Haşir hakîkatinin Hayy ismiyle çok yakın alâkası bulunduğunu kaydeden Bediüzzaman’a göre, içinde bulunduğumuz hayat, âhiretin hayatına binlerce işâretle doludur. Yeryüzünde her gün binlerce hayatın ilk olarak dünyaya göz açmaları ve sonra çok geçmeden gözden kaybolmaları, yerlerine binlercesinin yeniden, hiçten ihyâ edilmesi—Allah’ın kudretine zorluk olmamakla beraber—hayatın, âhirette, aynı vücudun âzâları üzerinde ikinci defa yaratılmasından daha zordur ve Cenâb-ı Hakkın vaat ettiği uhrevî hayatı halk etmesi, dünyadaki birinci yaratılıştan daha kolaydır.7
Hayy isminin Hazret-i Ali (r.a.) ile Gavs-ı Âzam Abdulkadir-i Geylânî (k.s.) hakkında İsm-i Âzam olduğunu beyan eden8 Bedîüzzaman’a göre, hayat kâinatın en ehemmiyetli gayesi, en büyük neticesi, en parlak nûru, en latîf mayası, gayet süzülmüş bir öz hamuru, en mükemmel meyvesi, en yüksek kemâli, en güzel cemâli ve ziyneti, en benzersiz birlik sırrı, bütün kemâlâtının kaynağı, san’at ve mâhiyetçe en hârika rûhu ve en küçük yaratığı kâinat hükmüne getiren mu’cizekâr bir hakîkatidir. Kâinatın mâhiyetleri içinde Zât-ı Hayy-ı Kayyûmun varlığına ve birliğine şehâdet eden delillerin en parlağı, en kat’îsi ve en mükemmeli olan hayat; Allah’ın sıfatlarının en kapsamlı bir aynası; Rahmân, Rezzâk, Rahîm, Kerîm ve Hakîm gibi çok isimlerin cilvelerini içinde gösteren; rızık, hikmet, inâyet ve rahmet gibi çok hakîkatleri kendine tâbi eden; görmek, işitmek, hissetmek gibi bütün duyguların kaynağı ve mâdeni olan bir yaratılış hârikasıdır. Zât-ı Hayy ve Muhyî, hayat makinesi vâsıtasıyla bu karanlıklı, fânî ve süflî olan dünya âlemini latîfleştirmekte, ışıklandırmakta, bir nevî süreklilik vermekte ve bâkî bir âleme gitmeye hazırlamaktadır.9
Bediüzzaman’a göre, hayatın iki yüzü de şeffaf ve kirsiz olduğundan, zahiri sebepler hayattaki Rabbânî kudret tasarruflarına perde ve aracı olamazlar.10 Çünkü, hayatın hem mülk, hem melekût, hem dış, hem iç yönleri kirsiz, noksansız ve kusursuzdur. Şikâyetleri ve itirazları dâvet edecek maddeler hayatın özünde bulunmaz. Yani izzet ve kudretin kutsiyetine ters düşecek bir pislik ve çirkinlik hayatta yoktur. Dolayısıyla hayat, doğrudan doğruya, perdesiz olarak Zât-ı Hayy-ı Kayyûmun “ihyâ edici, hayat verici, diriltici” isminin elindedir. Hattâ yağmur da bir nevî hayat ve rahmet olduğundan, geliş vakti belirli bir kanuna tabi kılınmamıştır.11
(Risâle-i Nur’da Esma-i Hüsna)
Dipnotlar:
1- Mektubat, s. 211;
2- Tirmizî, Daavât: 86;
3- Furkan Sûresi: 58;
4- Mü’min Sûresi: 65;
5- Tâhâ Sûresi: 111;
6- Mektûbât, s. 233;
7- Sözler, s. 78-79;
8- Lem’alar, s. 520;
9- A.g.e., s. 510-511;
10- A.g.e., s. 512-513;
11- A.g.e., s. 513
|
19.01.2007
|
|
“Üzülme, Allah bizimle beraberdir”
Vakıât-ı katiyedendir ki, mağaradan çıkıp Medine tarafına gittikleri vakit, Kureyş rüesâsı, mühim bir mal mukabilinde, Sürâka isminde gayet cesur bir adamı gönderdiler; tâ takip edip onları öldürmeye çalışsın. Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, Ebu Bekr-i Sıddık ile beraber gardan çıkıp giderken gördüler ki, Sürâka geliyor. Ebû Bekr-i Sıddık telâş etti. Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm mağarada dediği gibi, "Üzülme, Allah bizimle beraberdir" (Tevbe Suresi. 40) dedi. Sürâka'ya bir baktı; Sürâka'nın atının ayakları yere saplandı, kaldı. Tekrar kurtuldu, yine takip etti. Tekrar atının ayaklarının saplandığı yerden duman gibi birşey çıkıyordu. O vakit anladı ki, ne onun elinden ve ne de kimsenin elinden gelmez ki ona ilişsin. "El-aman" dedi. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm aman verdi. Fakat dedi: "Git, öyle yap ki başkası gelmesin."
Şu hadise münasebetiyle bunu da beyan ederiz ki: Sahih bir sûrette haber veriyorlar: Bir çoban, onları gördükten sonra Kureyş'e haber vermek için Mekke'ye gitmiş. Mekke'ye dahil olduğu vakit, niçin geldiğini unutmuş. Ne kadar çalışmışsa, hatırına getirememiş. Mecbur olmuş, dönmüş. Sonra anlamış ki, ona unutturulmuş.
Mektubat, s. 159-160
|
19.01.2007
|
|
NURDAN DUÂLAR
Allahım, risâlet semâsının güneşi, nübüvvet burcunun ayı olan yüce Peygambere (a.s.m.), onun hidâyet yıldızları olan âl ve ashâbına salât ve selâm eyle. Bize, erkek ve kadın mü'minlere merhamet et. Amin, âmin, âmin.
Sözler, s. 119
Allahım, Senin rahmetine ve onun (a.s.m.) şânına yakışır şekilde, ona ve âline salât ve selâm eyle. Âmin.
Sözler, s. 125
Ey Kur'ân'ı indiren Allahım! Kur'ân ve Kur'ân'ı indirdiğin zâtın hakkı için kalblerimizi ve kabirlerimizi imân ve Kur'ân nuruyla nurlandır. Duâmızı kabul buyur ey kendisinden yardım istenen Müsteân!
Sözler, s. 130
Cenâb-ı Hak bizi ve sizi, bu zamanın câzibedar fitnesinden kurtarsın ve muhâfaza eylesin. Âmin.
Sözler, s. 135
İsm-i Azamının mazharı olan Resûl-i Ekremine, onun âl ve ashâbına, kardeşleri olan diğer peygamberlere ve kendisine tâbî olanlara salât ve selâm eyle. Duâmızı kabul buyur ey merhametlilerin en merhametlisi.
Sözler, s. 184
|
19.01.2007
|
|
|
|