Sultan Vahdeddin'in torunları ile Ecevit ailesi arasında, tarihin tozlu rafları arasında kalmış bir miras dâvâsı ortaya çıktı.
Bu konuyu Sabah gazetesinin Perşembe günkü sayısında gündeme getiren Murat Bardakçı, bağlantılı olarak önemli birkaç noktaya daha dikkat çekiyor.
Kasım ayında ölen Ecevit'in, bir kısmını Diyanet'e bağışladığı Medine'de Cami–i Nebevî yakınındaki mirasına Sultan Vahdeddin'in torun çocuklarının da ortak çıktığını ifade eden Bardakçı, Rahşan Hanımın avukatı vasıtasıyla bu sahiplenmeye itiraz ettiğini nazara veriyor.
Yazıda nazara verilen önemli bir diğer nokta da, Ecevit'in özellikle son demlerinde Sultan Vahdeddin'e "vatan haini" denilmesine karşı geldiğidir.
Bu durumda, ister istemez kafaları kurcalayan bir dizi soru işareti beliriveriyor.
En başta da, "Acaba, Ecevitler'de birden bire ortaya çıkan 'Vahdeddin sevgisi'nin, maddî ve mânevî değeri pek yüksek olan bu miras meselesiyle bir alâkasının olup olmadığı" yönündeki soru işareti.
Sultan Vahdeddin'i beklenmedik şekilde sahiplenmelerinin bir diğer ihtimali ise, acaba "akrabalık bağları" olabilir mi diye düşünmekde mümkün.
Son gelen bilgilere göre, miras dâvâsı güden her iki tarafın da bu işi ciddî tuttuğu yönünde.
Ecevitler Türkiye mahkemelerinin, Vahdeddin'in torunları ise Suudî mahkemelerinin bu meselede söz ve yetki sahibi olduğu iddiasını savunuyor.
Bakalım, "Vahdeddin sevgisi"yle başlayan, ardından varisleri karşı karşıya getiren ve şimdilerde ülkeler arası bir "miras kavgası"na bürünen bu servetli dâvâ nasıl bir seyir takip edecek.
MODA
Galoş delen ayakkabılar
Taktım arkadaş ben bu garabete, ucubeye...
Garabet dediğim, şu uzun ve sivri burunlu ayakkabılar.
Hani o, 10–15 cm fazlalığı bulunan ve 44 numarası adeta bir çocuk mezarını andıran, raflara sığmaz "galoş delen" ayakkabılar.
Bu tür ayakkabıları gördüğüm anda, bendeki nefret katsayısı otomatikman yükselmeye başlıyor.
Elimde olamayarak, aklıma hemen hızar geliyor, testere geliyor.
Mengeneye kıstırıp, fazlalık kısmını şöyle bir güzel kesmek geliyor içimden.
Kendimce haklı gerekçelerim var. Bir kısımını daha evvel de yazmıştım. Okuyunca, eminim siz de bana hak vereceksiniz.
* * *
O tuhaf mı tuhaf, uçuk mu uçuk moda ayakkabılarda en başta bir israf görüyorum.
Sonra hantallık, şapşallık görüyorum. Basitçe, hatta zavallıca bir kompleks ve özentinin izlerini görüyorum onda.
GÜNÜN TARİHİ (20 Ocak 1920)
Maraş'ta şanlı direniş
Maraş'ta işgalci Fransız kuvvetlerine karşı, bütün halktan destek gören şiddetli bir direniş mücadelesi başladı.
Maraş sancağında (kaza ile vilayet arası), mücadele meşâlesi daha evvel de yakılmıştı. Ancak, halkı büsbütün çileden çıkartan ve topyekûn bir mücadelenin fitilin ateşlemeye sebep olan yeni bir gelişme yaşandı.
Bölgedeki işgal kuvvetleri komutanı, bir gün önce Maraş Mutasarrıfına (sancak yöneticisi) bir tebliğ göndererek, bundan böyle Maraş'ta guvarnör olarak bir Fransız binbaşının görev alacağını ve şehrin birinci derecedeki sorumlusunun da o komutan olacağını bildirir.
Bu tebliği duyan halk, birden galeyana gelir. Fransız boyunduruğu altında yaşamak istemeyen Maraşlılar, "Ya ölüm, ya istiklâl" diyerek dillere destan olacak bir mücadeleye girişir.
Maraş'ın hemen her tarafında şiddetli çarpışmalar yaşanır. Eli silâh tutan hemen her vatandaş işgalcilere karşı koymayı, bir vatan ve namus borcu sayar.
Bu şanlı direniş karşısında daha fazla dayanamayan ve günden güne geri çekilmeye başlayan Fransızlar, nihayet 12 Şubat 1920'de işgale son vererek Maraş'ı bütünüyle terk eder.
* * *
Maraş'ın işgali yaklaşık bir sene devam eder.
Şehri, 22 Şubat 1919'da önce İngilizler işgal eder. Ancak, İngiliz kuvvetleri içinde sömürge ülkelerden getirtilen Müslüman askerler de bulunduğundan dolayı, bölge halkına fazla baskı yapılamaz, dolayısıyla işgalde muvaffak olunamaz.
İngilizler, bölgedeki kuvvetlerini Musul'a doğru kaydırmayı tercih eder.
30 Ekim 1919'da ise, bu kez Fransız birlikleri gelerek Maraş’ı işgal eder. Civar köy ve şehirlerdeki Ermeni çetecilerden de kuvvet alan ve müşterek hareket eden Fransızlar, Müslüman ahaliye karşı zalimâne baskılar uygulamaya girişir.
Bu durum, halkın hamiyet duygusunu kamçılar. Sütçü İmam (1878–1922) isimli kahraman, 31 Ekim günü düşmana ilk kurşunu sıkarak, büyük bir cesaretlilik örneği sergiler.
Bir Cuma günü, kale bucundaki ayyıldızlı bayrağın indirilerek yerine işgal bayrağının dikilmesi hadisesi karşısında, imam efendi tarafından Cuma namazının kılınamayacağının açıklanmasıyla galeyana gelen halk, camiden çıktığı gibi doğruca kaleye hücum eder. İşgal bayrağını indirip, yerine tekrar ayyıldızlı Türk bayrağını diker.
Böylelikle, hiçbir şekilde bastırılamayan çetin bir direniş hareketi başlatılmış oldu.
20.01.2007
E-Posta:
[email protected]
|