Yaşam ile ölüm arasında hayat
Ölümün yüzü her ne kadar soğuk olsa da, gerçekliğini, bizdenliğini ve varlığını apaçık okutan bir gerçek olarak karşımızda duruyor. Sebepleri ne kadar farklı olsa da, soğuk yüzü o kadar net. Aldığımız nefes biraz hayattan ise, biraz da ölümden. Nefes alırken biraz yaşıyor, biraz da ölüyoruz. Alınıp verilen her nefes; yaşanan her gün, ay, yıl apaçık bir gidişin göstergeleri. Bir nefes alırken yaşamayı tadar; bir nefes verirken ölümü tadarız. Bu kadar iç içe; hayat ve ölüm.
Ondandır her an biraz yaşarken, biraz da ölümümüz.Dünyaya ölmek için geliyoruz ama…
Canlılar ölmek için dünyaya gelir desek yanlış değil. Anne rahmine düştüğümüzde, oradaki süreli hayat başlıyor. Anne rahmindeki süreli hayat bittiğinde; yeni, şartları çok farklı bir hayatta, hayat başlıyor.
Bir tarafta ölürken, bir tarafta hayat başlıyor. Onun için yaşarken ölüyoruz. Ölürken de bir yeni yaşama başlıyoruz. Anne rahmindeki cenine, ‘Sen farklı bir dünyaya gidiyorsun. Orada hava ile teneffüs edeceksin. Orada her türlü bitkilerden, hayvanlardan yiyeceklerin olacak. Orada duyguların da olacak, güleceksin, konuşacaksın, ağlayacaksın, yürüyeceksin, koşacaksın; hatta kendine evler yapacaksın, araçlar alacaksın, eşyalar biriktireceksin, insanlar seveceksin, insanlar göreceksin…’ deseler, dünyayı görmemiş, bilmemiş bir cenin buna ne kadar inanacaktır.
İşte içinde yaşıyor olduğumuz dünya ile gidiyor olduğumuz dünya da aynı gerçekleri gösteriyor bize.
Yani insan, şöyle ya da böyle, şu vesileyle ya da bu vesileyle, ruhlar âleminden rahm-i madere (anne rahmine), anne rahminden dünyaya, dünyadan kabire, kabirden berzah âlemine, berzah âleminden haşir meydanına kadar süren bir sevkiyatın içinde buluyor kendini. Bu sevkiyatta da kendisinin pek de bir dahli yok. İşleyen bir kanun apaçık varlığını okutturuyor.
Onun için insanın en önemli, değişmeyen, bozulmayan, öldürülmeyen, yok edilmeyen, tesir altına alınmayan gündemi, ‘ölüm’ olmak durumundadır.
Kim olursan ol, neye sahip olursan ol!
Ölümün, insanlık tarihi boyunca işleyen bir kuralıdır ki, kimse onun pençesinden kurtulamamıştır. Hastalıklar, taunlar, kazalar, depremler, seller, göçükler, cinayetler, kör kurşunlar, despot zalimlerin eliyle katledilmeler… daha pek çok sebepler sayılabilir ama sebep ne olursa olsun, onun itiraz dinlemeyen, çığlık dinlemeyen, sebep dinlemeyen, ilk bakışta insana soğuk gelen bir yüzü bulunmaktadır.
Ama aslında insan biraz insafla düşündüğünde ve olabilecekleri hatıra getirdiğinde öldürürken bile Yaratıcı’nın şefkat ettiğini görmektedir. Çünkü dün kahredenler, dün yalnızlığa insanı terk edenler, dün hain ilân edenler, dün ölümden de beter psikolojik halata insanı itenler… Bugün ölümünün karşısında gözyaşı döküyorlar.
İnsanların bu tavırları pek de gerçekçi gelmiyor. Öyle güç, öyle yaşanmaz, öyle insanlık dışı, öyle bed muamelelere insanlar insanı, bazen devletler insanı maruz bırakıyor ki, ölüm bir kurtuluşun adı oluveriyor.
Ölümü Veren, hayatı Verenden başkası olamaz.
Hayat nimetini Allah insana bahşetmiştir. En az hayat kadar anlamlı olan ölüm nimetini de Allah vermektedir. Onun için bir insanın hayatına kastetmek, bütün insanların hayatına kastetmek olarak değerlendirilmektedir.
Dini, dili, ırkı, milleti, vatanı, düşüncesi ne olursa olsun, ölüm kimseyi bir ayrımcılığa tabi tutmuyor. Anlaşılan ölümde, bütün canlıları yaratan Yaratıcı’nın kanunu işliyor.
Ölüm karşısında her canlı aciz, her güç yetersiz ve her imkân yersizdir. Onun için her insan ortak okur ölümü. Ölümün dili aynıdır. Her dilde aynı şeyler çağrıştırır ölüm. Toplumlar değişik değişik anlamlar yüklese de, neticede bir gidişin adıdır ölüm. On binlerce insanın akıtmış olduğu göz yaşları, ölümün ortak temasını okumaktan, anlamaktan başka bir şey değil.
Ölüm insanı dünyevî sevdiklerinden ayırıyor. Ölüm insanı ilgilerinden koparıyor. Ölüm, bir gidişin dersini sunuyor acı bir şekilde insanlığa. Ama bir o kadar da, gidenlerle kavuşmanın, sevenlerle buluşmanın, edenlerle hesaplaşmanın mesajını da içinde saklamaktadır ölüm.
Ölüm aynı ama, onu okuyanlar, onu talim edenler farklı farklı. Kimileri korkarken ondan, kimileri için sevdiklerine kavuşma gecesidir. Bu da kişilerin amelincedir.
Onun için her insana farklı bir pencere açar ölüm.
Madem ölüm öldürülmüyor ve kabir kapısı kapanmıyor. Öyleyse her insanın en öncelikli vazifesi, gidiyor olduğu âlemin şartlarını öğrenip, ona göre hayatı tanzim etmektir.
Bu öncelikli halin, kimseye bir ayrıcalığı bulunmamaktadır. Aklı başında olan her kul, yaşıyor olduğu dünyanın gerekleri kadar, inanıyorsa gidiyor olduğu dünyanın gereklerini de dikkate almak durumundadır.
27.01.2007
E-Posta:
[email protected]
|