Geçenlerde davet üzerine namazla diriliş konferanslarından birine, Afyon-Dinar’da ben de katılmıştım. Risâle-i Nur’dan Dördüncü, Dokuzuncu, Yirmi Birinci Sözler gibi yerlerden isim vererek bazı aktarmalarda bulundum. Konuşma sonunda dinleyicilerden biri, vurgular dikkatini çekmiş olacak ki,—belki de akla gelebilecek istifhamları gidermek maksadıyla,—“Niçin Risâle-i Nur’a vurgu yapıyorsunuz?” diye sormuştu.
Geçen gün Samsun’dan arayan Hayri Umur Ağabeyimiz de bu tip sorularla karşılaştığından söz ediyordu. Çoğu Nur talebesi de benzer sorulara muhatap olmuşlardır.
Risâle-i Nur’dan, Üstaddan söz etmeden Külliyattaki hakikatleri, meseleleri aktardığımızda insanlar mest oluyor, hayran kalıyor.
“Bunlar nerede anlatılıyor?” diye sorduklarında siz kaynağını söylüyorsunuz, kişi değişik duygular ve anlayışlar içerisindeyse ya kanaatini düzeltiyor veya hazmedemiyor veyahut da hüsn-ü zannı, bağlılığı biraz daha artıyor.
Muhatapları dikkate alıp yeri ve zamanı gelince Risâle-i Nur’u, Üstadı vurgulamanın elbet faydası var. Gerekli de. Hakperestlik, faydalandığımız kaynağa nazarları yönlendirmeyi de gerektiriyor.
Ancak muhatapları nazara almadan, sık sık, dozajı aşacak, tırmalayacak derecede vurgulamaların antipati uyandıracağı da bir hakikat. Nabızları iyi tutmak gerekiyor. Maksat hakikatlerin gönüllerde taht kurması ise elbet o hakikatlere saygı, onları elmas değerinde tutmak, aktarmak, alerji ve antipatilere sebep olmamakla olur. Şu da var ki hakikat güneşinden kaçan yarasa tabiatlı insanlar her devirde bulunur.
Hak ve hakikat meraklıları, İslâma hizmet duygusu içerisinde bulunan herkes için Risâle-i Nur Külliyatı bir hazine hâlinde önümüze açılmış duruyor.
Her şeyden önce biz Risâle-i Nur derken bu asra hitap eden, âyet ve hadislerle yoğrulmuş, hakiki ve kuvvetli bir Kur’ân tefsirini kastediyoruz. Bediüzzaman da bir Kur’ân müfessiri, manevî bir kimyager.
Kimyagerler olmasa ilâçları nasıl elde ederdik? Kimbilir ne kadar farklı sentezlerle o ilâç kullanılabilir hâle geliyor.
Oysa o ilâçların hammaddeleri kimi bitkisel, kimi hayvanî, kimi madenî bir halde tabiatta mevcut. Ancak çok hassas ölçülerle ve belli oranlarda bir araya getirilen bu maddeler faydalı hâle gelebiliyor. Kimse, “Ne lüzum var doktora, kimyagere. Ben bu maddeleri tabiattan toplar, ilâcımı kendim yaparım” demiyor.
Kur’ân ve hadis-i şerifler de manevî hastalıkların ilâcı, bir şifa kaynağı. Ama ondaki hakikatleri yoğurup, sentez yapıp bize takdim edecek kimyager hükmündeki âlimlere, müfessirlere ihtiyaç var.
Şimdiye kadar yüzlerce, binlerce âlim gelip tefsirler yazmış, asrın hastalıklarına reçeteler sunmuş; ruhen, kalben hasta olan nice insanın şifa bulmasına sebep olmuşlardır.
İşte Risâle-i Nur bir Kur’ân tefsiri. Müellifi Bediüzzaman da manevî bir kimyager. Kur’ân eczanesinden alıp sunduğu ilâçlar inançsızlık mikrobunun kökünü kurutmakta, manevî hastalıkları tedavî edip ruhen, kalben, aklen huzura kavuşturmaktadır.
En cani ruhlu insanları dahi tedavî edebilen, insanları ahlâksızlık gayyasından kurtarıp fazilet âbidesi hâline getiren bu hakikatler hazinesine insanların canla başla sarılması, onu baştacı edinmeleri onunla şifa bulmalarından dolayıdır.
İşte Risâle-i Nur’a vurgu yapmanın en önemli sebeplerinden biri budur.
27.01.2007
E-Posta:
[email protected]
|