Dışımızda olup, bütün toplumu katı kurallarıyla etkisi altına alan tabular, cemiyetin üzerinde karabasan gibi hükümlerini icra ederken, elbette sessiz ve kayıtsız kalmamak herkes için bir insanî görevdir. Ancak bu insanî görevi icrâ etmek her insana nasip olmamakta, çokları kendilerine zarar dokunmadığı için mevcut halin devamından hoşnut kalmaktadırlar.
Bir gün kendilerine de zararın bulaşabileceği ihtimalini uzak gören niceleri, başkaların maruz kaldığı mağduriyetleri görmezlikten gelmekte ve zalimlere meyletmekte bir beis görmemektedirler. Elbette böyle bir durumda olmak, insanlık kazanımları açısından bir değer ifade etmemekte, üstelik insanlığımızdan çok şey kaybettirmektedir.
Dış dünyadaki tabuları menfaatleri icabı benimseyen insanların aslında asıl problemleri içlerindeki tabular iledir. Nefis böylelerinin dünyalarında var gücüyle hükmünü sürdürmekte, aklın ve kalbin hayat tarzı üzerindeki etkisini adeta ortadan kaldırmaktadır.
Aklın ve kalbî duyguları besleyen vicdanın olmadığı yerde elbette müstebitler hükmünü icra edecektir. Bu isterse dış dünyamızda olsun, isterse de iç âlemimizde olsun, sonuç değişmeyecektir. Böyle durumlarda hem dışardan hem de içerden yaratılış hikmetlerine aykırı durumlar ortaya çıkacak ve adı insan olan canlılar kendi benliğinden uzaklaşma durumunda kalacaklardır.
Her türlü tabulardan kurtulmak, her insan için asıl mesele olmalıdır günümüz dünyasında. Bununla birlikte iç tabuların insan karakteri ve yapısı üzerinde daha tahripkâr bir vaziyet aldığı ve iç tabulardan kurtulmadıkça dış tabularla mücadelede başarılı olunmayacağı tezi, inkâr edilemeyecek bir gerçeği yansıtmaktadır.
Farkında olmazsak dahi, dış oluşumların üzerimizde bıraktığı etkinin, iç dünyamızda bazı tabuların oluşmasına sebep olduğu bir vakıadır. Burada iç ve dış tabuların birbirini beslediği sonucu ortaya çıkmaktadır. Diğer yandan tabulara karşı olduğumuzu her an ifade etmemize rağmen, iç dünyamıza yerleşmiş olup düşüncelerimizi etkileyen, onca inancımıza ve insanlık mahiyetimize uymayan yaklaşım tarzlarımızın bulunduğunun çok az farkında olabilmekteyiz.
Bizlere, yaklaşım tarzımızın, yaşamaya çalıştığımız inancımızla bağdaşmadığını söyleyen biri olursa, hemen bir avukattan daha etkili bir şekilde kendimizi savunmaya çalışırız. Çıkmaza girdiğimiz anlarda da, nefsimizin bize gösterdiği mazeretleri orta yere serer, olabildiğince inancımızı düşüncelerimize uydurmaya çalışırız. Çünkü bize göre, biz her zaman doğru olanı yaparız. Bize göre, savunduğumuz tabularımızın her zaman herkesi susturabilecek gerekçeleri bulunmaktadır.
Gerçeklerle ciddi bir şekilde karşı karşıya geldiğimiz zaman, eğer İlâhî bir inayet imdadımıza yetişirse, belki dış dünyamızdaki bazı tabucuların tesiriyle içimizde bazı tabuların oluştuğunun farkına varabiliriz. Bu farkına varış bizim için iç tabularımızdan temizlenmenin başlangıcını oluşturursa, ileride telafisi mümkün olmayan hatalara düşmekten kurtulmuş oluruz.
Her halükârda haklı olduğumuza inandığımız, her zaman kendimizi haklı, karşımızdakini haksız gördüğümüz, bazı insan topluluklarına (din kardeşlerimiz olduğu halde) peşinen ön yargı ile yaklaşmamız, dünyevî bazı değerlerimizi kutsadığımız olmuyor mu?
İlk tahsil hayatına başladığımızdan beri bizlere dikte ettirilen bazı tabuların halen kafamızda izleri olup olmadığına bir bakalım isterseniz. Eminim çoğumuzda bazı tabu kırıntılarının var olduğunu göreceğiz. Düşünün bir kere, Cadde-i Kübrâ-yı Kur’âniye’de yol almayı kendilerine en büyük hedef seçen insanlarda bazı tabuların kırıntısı olursa, iman ve Kur’ân hakikatlerinden habersiz insanlar ne durumda olur?
Yüce dinimiz İslâmiyet, putları yıkıp yok ettiği gibi, bizim için değerlerin en önemlisi olan Rıza-i İlâhîyi kazanma hedefi de, içten olsun dıştan olsun zihnimizde var olan bütün tabuların (kırıntılarıyla birlikte) izlerini silme sonucunu hâsıl etmelidir. Unutmayalım ki, ayrıntı gibi görünen bazı düşünce ve yaklaşımların, kazanmamız veya kaybetmemiz üzerinde oldukça fazla etkisi bulunmaktadır.
23.01.2007
E-Posta:
[email protected]
|