Hrant Dink’in yaklaşık bir buçuk yıl önce Yeni Asya’da çıkan ve alçakça katli üzerine bir kez daha yayınladığımız röportajındaki şu sözleri, Türk-Ermeni ilişkilerini rayına sokacak en gerçekçi yaklaşımın ifadesi:
“Sonuçta Allah bu iki halkı birbirine komşu kılmış. Bunlar isteseler de, istemeseler de yan yana, barış içinde yaşamak zorundalar.”
Aynı fikri, yaklaşık bir asır önce İslâm âlimi Bediüzzaman da dile getirmemiş miydi?
1910’lu yılların başlarında şark aşiretleriyle yaptığı ve sonradan Münâzarat adıyla kitaplaştırdığı sohbetlerinde Said Nursî, “Ermeniler bize düşmanlık edip, hile ve hıyanet ediyor. Nasıl dostluk üzerinde ittifak edeceğiz?” sualine şu dikkat çekici cevabı vermişti.
“Düşmanlığın sebebi olan istibdat öldü. İstibdadın zevaliyle dostluk hayat bulacak. Size bunu kat’iyyen söylüyorum ki:
“Şu milletin saadeti ve selâmeti Ermenilerle ittifak ve dost olmaya vâbestedir (bağlıdır). Fakat mütezellilâne (zillet içerisinde ve ezik bir tavırla) dost olmak değil, belki izzet-i milliyeyi muhafaza ederek, musalâha elini uzatmaktır.
Ermenileri, “Âdem zamanında yolda arkadaşlık eden bizimle gelmiş büyük bir unsur” olarak niteleyen Bediüzzaman, böyle bir kavmi yok etmenin imkânsızlığını ve ayrıca faydasızlığını vurgulayarak şöyle diyor:
“Hem de onlar uyanmışlar, siz uykudasınız. Hem de fikr-i milliyetle müttefik ve kavîdirler (güçlüdürler); siz ihtilâfla şimdilik boşsunuz, hem de galebe etmek istiyorsunuz.”
Devamında ise şunları söylüyor:
“Onlar sizi mağlûp ettiği silâh ile, yani akıl ile, fikr-i milliyetle, meyli terakkî (kalkınma isteği) ile, temayül-ü adalet ile mağlûp edebilirsiniz. Bence şimdi kılıç vuran, o kılıcın aksi döner, yetimlerine dokunur. Şimdi galebe kılıç ile değildir. Kılıç olmalı, lâkin aklın elinde.
“Hem de dostluğun sebebi vardır. Zira komşudurlar. Komşuluk, dostluğun komşuluğudur. Hem de onlar uyandılar, dünyaya yayıldılar, terakkiyat (ilerleme) tohumlarını topladılar, vatanımızda ekecekler. Bizi medeniyete mecbur, terakkîye ikaz, bizdeki fikr-i milliyeti hüşyar ediyorlar (uyandırıyorlar).
“İşte bu noktalara binaen onlarla ittifak etmek lâzımdır. Hem de bizim düşmanımız ve bizi mahveden, cehalet ağa, oğlu zaruret efendi ve hafîdi (torunu) husumet beydir. Ermeniler bize düşmanlık etmişlerse, şu üç müfsidin kumandası altında yapmışlar.” (s. 43-4)
Eğer bu sözlere kulak verilseydi, 1915 olayları yaşanır mıydı? Sözü edilen fikr-i milliyet, yine Said Nursî’nin “Milliyetimiz bir vücuttur; ruhu İslâmiyet, aklı Kur’ân ve imandır” sözüne uygun şekilde anlaşılsa ve Kürdü, Arabı, Ermeniyi, Rumu, “Türk” olmayan herkesi düşman sayan bir ırkçılık şeklinde uygulanmasaydı bu sıkıntıları çeker miydik?
Diyelim ki, olan oldu. Yaşananlar geride kaldı. Hiç değilse onlardan ders çıkarıp, gerek Ermeni diasporası, gerekse Türkiye’de yaşayan bizler, Hrant Dink’e “Allah Bediüzzaman’dan razı olsun” dedirten bu mesajlara kulak vererek gereğini yapmak suretiyle bugünü ve geleceği kurtarsak fena mı olur?
23.01.2007
E-Posta:
[email protected]
|