Kâbe’nin yolları bölük bölüktür
Bu yıl, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın dâveti üzerine, Yeni Asya’yı temsilen hacca gitmek nasip oldu. 16 Aralık 2006 Cumartesi günü diğer gazetelerin temsilcileriyle ‘basın ekibi’ olarak İstanbul’dan yola çıktık. İlk önce Cidde Hava alanına, oradan da otobüsle Mekke’ye hareket ettik. Mekke’deki otelimize yerleşip biraz dinlendikten sonra ‘umre tavafı’mızı yapmak için Beytullah’a doğru hareket ettik. Beytullah’a yaklaşırken sanki kalbimiz yerinden fırlayacakmış gibi oluyordu. Kâbe’yi görecektik. Günde beş defa yöneldiğimiz kıblemizi yakından görmek insanı heyecanlandırıyor.
Artık Kâbe’nin yakınında, yanıbaşındaydık. Kâbe’nin haşmeti karşısında biz küçülmeye başladık. Hiç kimsenin hayalinde canlandırdığı, resimlerde gördüğümüz gibi değildi Kâbe. Orası anlatılamazdı, ancak görmek ve yaşamak lâzımdı.
İlk umre tavafımıza başladık. Geç vakit olduğu için, biraz sakindi. Yarım saat gibi kısa bir zamanda umre tavafımızı yaptık. Sonra say yapmak için Safa ve Merve tepesine doğru geçtik. Cenâb-ı Allah bize çok kolaylaştırdı.
Otele dönüp saçlarımızı kesip ihramdan çıktık. Bundan sonra Arafat’a kadar sürekli vakit namazlarını kılmak ve tavaf yapmak için her gün Kâbe’ye doğru koşarak gidiyorduk. Artık oraya gitmek ve Kâbe’nin karşısına oturmak, doya doya Kâbe’yi seyretmekle vaktimizi değerlendiriyorduk.
Farklı ülkelerden, farklı renklerden ve farklı dillerden insanlarla omuz omuza, diz dize ibadet etmenin, Kâbe’yi tavaf etmenin hazzını yaşıyorduk.
Mekke’de zamanımızın bir kısmını da Peygamber Efendimizin (a.s.m.) doğduğu, gezdiği, yaşadığı yerleri ziyaret etmeye ayırmıştık.
Peygamber Efendimizin (a.s.m.) doğduğu evi görünce, biraz hüzünlendik. Çünkü fazla önem verilmiyordu.
Sevr Mağarasına çıkarken, sanki önümüzde Hz. Peygamber (a.s.m.) ve sadık arkadaşı, sırdaşı Hz. Ebubekir’i (r.a.) takip ediyorduk. 622 yıllında hicret ederken Sevr Mağarasında Yaratıcı’nın emri ile kendisini koruyup gizleyen güvercinleri ve örümcekleri görür gibiydik.
Hira Dağı ve mağarasına çıkışımız da sarsıcıydı. İlk vahyin, ‘Oku!’ emrinin geldiği mağaranın önünde insanlar, sanki Peygamberlerini arıyordu. Uzun, taşlı ve dik yollar insanlar için birer gül bahçesini andırıyordu.
Arafat gününden önce Mina’ya, Arafat’a gezmeye; oraları dolaşmaya çıktığımızda Cebel-i Rahme’de sanki Hz. Adem ile Hz. Havva’nın buluşmasına şahitlit eder ve o anları yaşar gibiydik.
DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI
Diyanet İşleri, Hac konusunda artık çok yol kat etmiş. Ekipler 4-5 ay öncesinden oralara gidip otel, servis, hastahane, mutfak işlerinin organize ediyorlar. Oteller gittikçe rahat bir ortama doğru gidiyor. Diyanet İşleri Başkan, hedeflerinin ‘müstakil odalara geçmek’ olduğunu söylüyor.
Bu yıl başlatılan yemek hizmeti, bilhassa hanım hacıların rahat ve daha fazla ibadet etmelerini sağlıyor. Bu durumda yetkililerin çok çok duâ almalarına vesile oluyor. Günün 24 saati Kâbe’ye servis hizmeti başlatılmış. Hastahaneler ve sağlık kabinleri Türk hacıların ve diğer hastalanan hacıların imdadına yetişmekte. 24 saat ambulans hizmeti veriliyor. Türk doktorlar, bütün doktorlara canla başla hizmet veriyor. Hastahanede yatan hastalar Arafat günü hac farizasını yerine getirmek için ambulanslarla Arafat’a çıkarıldı.
ARAFATA ÇIKIŞ
Peygamberimiz (a.s.m.) Hac Arafat’tır” diye buyurmuş. Artık hacıların Arafat’a çıkışları çok rahat ve kolay. Suudî yetkililer, Türk hacılara ayrı bir önem vermekte; Arafat’a çıkış yolunda “8. yol”u sadece Türk hacılara tahsis etmişler.
Üç milyon hacının Arafat’ta öğle ve ikindi namazlarını ‘cem’ ettikten sonra vakfeye durmaları, bir ağızdan duâ etmeleri ve göz yaşları içinde Allah’a yalvarmaları çok etkileyici. Daha sonra Müzdelife’de akşam ve yatsı namazları ‘cem’ edildikten sonra vakfeye durarak şeytan taşlamak için yola koyulduk.
Şeytan taşlama, bu yıl daha kolaylaşmış. Yetkililerin verdiği bilgilere göre şeytan taşlama alanı artık bir saatte 250 bin hacının şeytanı taşlayabilecek şekle getirilmiş. Şeytan taşlamadan sonra haccın tavafını yapmak için Kâbe’ye doğru yol aldık.
Oralarda artık sıkıntılar yok denecek kadar azalmış durumda. Ufak tefek çekilen sıkıntıların içinde de ayrı bir lezzet var. Hac tavafı ve ‘say’den sonra artık şeytan taşlama, kurban kesme ve tıraş olduktan sonra ihramdan çıktık ve (Allah kabul etsin, inşaallah) ‘hacı’ olduk.
Mekke’den ayrılış ayrı bir hüzün. Sanki insan bütün varlığını, bütün sevdiklerini orada bırakıyormuş gibi.
MEDİNE GÜNLERİ
Medine’ye yolculuk ayrı bir heye-can. Beytullah’tan, Allah’ın evinden, Peygamber Efendimizin (a.s.m.) mekânına gidiyorduk artık.
Medine’de Mescid-i Nebevi’ye varınca, Peygamberimizin (a.s.m.) “Benim kabrimi ziyaret eden, sağlığımda beni ziyaret etmiş gibidir” hadisini düşünerek heyecanlanıyorduk.
Peygamber Efendimizin (a.s.m.) kabri ile minberi arasında ‘Cennet Bahçesi’nde namaz kılmak, kabrini ziyaret etmek, Hz. Ebubekir’in (r.a.), Hz. Ömer’in (r.a.), Hz. Osman’ın (r.a.) ve sahabelerin kabirlerini ziyaret etmek; Cennet’ül Baki’de bütün Müslümanlar için duâ etmek çok güzeldi.
Uhud’a gidip orda ‘Okçular Tepesi’nde, Hz. Hamza’nın (r.a.) şehit olduğu yerleri görüp hüzünlenmemek elde değil. Hendek Savaşının yerinde şimdi yolların geçmesi ayrı bir hüzün. Kuba Mescidinde namaz kılmak, ‘Çift kıbleli cami’de namazda iken vahyin geldiğini hatırlamak, Mescid-i Aksa’dan Kâbe’ye dönüşun mânâsını düşünmek insana ayrı bir lezzet veriyor.
Artık dönme vakti gelmişti. 26 gün nasıl geçti, hiç anlayamadık. Cenâb-ı Hak, bütün Müslümanlara o mübarek beldeleri görmeyi nasip etsin. Amin.
|