Yeni yıla “Irak, Türkiye için AB sürecinden daha öncelikli bir konu haline gelmiştir” diyerek giren Başbakan, bu çerçevede Irak ve Kerkük odaklı çıkışlarını sürdürüyor.
AB süreci hakkında ise “Zaten bir takvime bağlanmış durumda, herşey bu takvim çerçevesinde otomatik olarak yürüyor, dolayısıyla bizim ekstradan bir gayret sarf etmemize ihtiyaç yok” şeklinde özetlenebilecek sözler söylüyor. Peki, gerçek durum da öyle mi?
Bu sorunun cevabına geçmeden önce, 10 Ocak'ta Dışişleri Bakanının, AB sürecindeki yol haritamızı belirlemek üzere ilgili kurumlarla yaptığı toplantıda “reformları sürdürme kararlılığı”nı bir kez daha vurguladığını ve üyeliğe hazır hale gelme iradesini canlı tutmak için, gerekirse AB’den bağımsız olarak müzakere fasıllarını kendilerinin açıp kapatacaklarını söylediğini hatırlayalım.
Söz konusu toplantıda iki ayrı reform paketinin daha kararlaştırıldığına ilişkin haberler de çıktı.
Bunlara bakılarak, “Galiba hükümet AB konusunda iki seneyi aşkın bir süredir sergilediği rehavetten nihayet kurtuluyor” diye düşünülebilir belki
Ama gelinen noktada önemli olan, uygulama. Artık kanıksanan “Reformlar aynı hızla sürecek, kararlıyız” söylemleri yerine, yapılması gerekenleri bir an önce gerçekleştirmek.
Hal böyle iken, henüz ve hâlâ bu noktada ufukta kayda değer bir işaret belirmiş değil.
Tam tersine, Türkiye AB Daimî Büyükelçisi Volkan Bozkır, TCK 301 gibi içeride de yoğun şekilde tartışılan ve Brüksel’in de yakından izlediği kritik bir konuda, “Seçimden önce değişmez” diyerek farklı bir mesaj veriyor.
Dahası, Başbakan kendisine ağır ve haksız eleştiriler yönelten siyaset ve sansasyon heveslisi bir gazeteciye 301’den dâvâ açılmasını istiyor. Böylece, özünde haklı bir tepkiyi, 301 gibi yanlış ve tartışmalı bir maddeden medet umarak, haksız duruma düşürüyor.
Aslında sorun 301’den ibaret de değil.
Nitekim yeni yılın ilk gününde Radikal gazetesinde “TBMM’ye çağrı” başlığıyla yayınlanan duyuruda belirtildiği gibi, “TCK 301 başta olmak üzere, Türkiye’de düşünce, ifade ve inanç özgürlüğünü engelleyen TCK ve TMK’deki tüm maddelerin kaldırılması ve evrensel standartlar çerçevesinde her düşüncenin özgürce ifade edilebilmesi” gerekiyor.
Ve bu doğrultuda TBMM, 2007 yılının ilk gününden itibaren göreve davet ediliyor.
Çağrının altında, farklı dünya görüşlerine sahip 171 akademisyen, yazar, sanatçı ve aydının imzası yer alırken, imza standlarıyla internet sitesinden kampanyaya katılan 14 bin kişinin de bu çağrıyı paylaştığı belirtiliyor.
Bilindiği gibi, hükümetin konuyla ilgisiz “sivil toplum örgütleri”ne havale ederek çıkmaza soktuğu 301 bahsinde, TÜSİAD doğrudan ilgi alanı içinde olmadığı halde, meselenin AB sürecinde taşıdığı önem ve nezaketi gördüğü için, demokrat bir tavır sergiledi.
Aydınların çağrısı da bu noktada anlamlı.
Umarız, bu ortak tavır toplumun diğer kesimlerine de mal olur ve oluşacak kamuoyu baskısı hükümetle Meclisi ipe un seren tutumundan vazgeçirerek sürecin önünü açar...
20.01.2007
E-Posta:
[email protected]
|