Hrant Dink’in alçakça katliyle sonuçlanan süreçte, Agos yönetmeni 301’den yargılanırken yaşanan gerginliklerin payını vurgulayan ve bu meyanda suikastı “301 cinayeti” olarak niteleyen yorumlar yabana atılmamalı.
Gerçekten de, duruşma günü mahkeme önünde ve koridorlarında yaşanan itiş-kakış, dâvânın açılmasını sağlayan avukatların üzerlerindeki cübbelerle kavgaya tutuşmaları ve ortaya çıkan “linç” görüntüleri hâlâ hafızalarda.
Aynı utanç verici manzaraları Orhan Pamuk ve Elif Şafak için açılan diğer 301 dâvâlarında da görmedik mi?
Bu durum, 301’in Türkiye’de nasıl bir gerilim kaynağı haline geldiğini, Dink suikastı ise söz konusu gerilimin ne kadar vahim sonuçlara yol açabileceğini göstermekte.
Hükümet de bu noktada ciddî endişeler taşıyor olmalı ki, 301’den yargılanan popüler isimleri korumaya almak için harekete geçtiğine ilişkin haberler çıktı.
Aslında, bunca olup bitene rağmen 301’i muhafaza etmekte direnmek ne kadar mantıksızsa, bu girişim de o derece tuhaf.
Kamuoyunda tanınmış 301’likleri korumaya alacaksınız, ama “gariban”lardan bu tedbiri esirgeyip onları sahipsiz bırakacaksınız!
Nasıl olsa onların buna ihtiyacı yok! Çünkü kendileri de, yargılanmaları da, hattâ mahkûm olmaları da kimsenin umurunda değil!
Böyle olunca, onları ayrıca hedef gösteren zaten olmaz, suikasta uğramaları da beklenmez!
İşte “popüler isimlere koruma” mantığının ürettiği akla ziyan neticelerden sadece birkaçı.
Tabiî, işin temelinde, ortaya çıkan bunca sakıncaya rağmen 301’de direten zihniyet yatıyor.
301 kaynaklı gerilimlerin, linç girişimlerinin, hedef göstermelerin, kavgaların ve nihayet suikastların sorumlusu da bu zihniyet.
(Yeri gelmişken, 216’nın da—eski 312—en az 301 kadar tehlikeli sonuçlar doğurma potansiyeline sahip bir madde olarak, tıpkı bir saatli bomba gibi kenarda bekletildiğini hatırlatmak isteriz. Son örnek, 301’e dayalı suç duyurularında başı çeken Kemal Kerinçsiz’in, “Başörtülü hasta tedavi edilmedi” sahnelerinin yer aldığı dizi hakkında, “Halk kin ve düşmanlığa tahrik edildi” iddiasıyla bu maddeden suç duyurusunda bulunması...)
Durum böyle olunca hükümete ve Meclise düşen âcil görev, 301 ve 216 gibi ceza kanunu maddelerinin demokrasi, iç barış ve huzur ve AB süreci için oluşturdukları tehlikeyi fark ederek gereğini bir an önce yerine getirmek olmalı.
İş işten geçmeden ve bu maddelere dayalı yeni gerginliklerle bunların üreteceği yeni facialara meydan verilmeden bu iş yapılmalı.
Ancak bakıyoruz, en başta Başbakanın gündeminde böyle bir konu yok. Hrant Dink cinayeti sonrasında söyledikleri, daha evvelki benzer hadiselerde seleflerince defaatle ifade edilen alışılmış beyanlardan çok farklı değil.
Erdoğan “Oyunu bozacağız” diyor, ama sözünü ettiği oyunu bozmanın yolu hamaset yüklü sıradan, rutin, basmakalıp nutuklardan değil, somut, sonuç alıcı ve kararlı icraatlardan geçiyor.
Bunun içinse, öncelikle, partisinin Kızılcahamam kampında “Biz demokrasi ve özgürlükler için buradayız, ama siz milliyetçi söylemleri öne çıkarıyorsunuz” eleştirisini azarlayan tavrın terki gerekiyor...
26.01.2007
E-Posta:
[email protected]
|