İstanbul’u, hep kurtarmak isteyenler batırdı!
1975 yılının ortasında “İl Millî Eğitim Müdür Yardımcısı” olarak atandığım ve yaşamaya başladığım İstanbul’da Namık Kemal Şentürk, Vefa Poyraz’dan devraldığı valilik görevini sürdürüyordu. İstanbul’un nüfusu 4 milyondu ve 19 İlçesi vardı. “İl Millî Eğitim Müdürü” olarak görevimi tamamladığım geçen 21 yılda ve 8 valinin yer değiştirdiği bu şehirde, İstanbul’un en önemli sorunu hep düzensiz nüfus artışı ve buna çare aramak olmuştu. Çare aranırken, İstanbul’un nüfusu yerleşik 12, gel/git’lerle 14 milyonu, ilçe sayısı da—Yalova’nın ayrılmasına rağmen—32 olmuştu.
Bu konuda gerek valilikte, gerekse—o zamanlar adı henüz büyük şehir olmayan—belediyede yapılan ve bizzat katıldığım toplantılarda, bir çok tedbir görüşülmüş, kararlar alınmış, ne var ki ya o kararları alanlar, ya da değişen şehir yöneticileri hiçbirine uymamışlardı. Çünkü siyasî hesaplar, İstanbul halkının ve İstanbul’un geleceğinin hep önünde tutulmuştu.
Valilik binasında yapılan bir Cumhuriyet Bayramı kutlamasında tanıdığım ve ölünceye kadar da dostluğumuzun sürdüğü İstanbul’un namlı valisi merhum Fahrettin Kerim Gökay da bana, hemen her buluşmamızda İstanbul’un yarım asır önceki sorunlarını anlatırdı. Ama, onun valiliğinde İstanbul’un nüfusu bir milyonun bile altındaydı. Emniyet Müdürü Vedat Sokollu’nun Sirkeci Sansaryan Han’daki “müteferrikası”na düşen bir suçluyu, bir daha İstanbul’da görmek mümkün değildi. Süslü İhsan’ın yönettiği trafikte ise, sadece zenginlerin kullandığı arabalara, mutlaka selâm durulurdu. Asayiş de, trafik de mükemmeldi. Buna rağmen İstanbul’un “Mini Valisi,” ilini hâlâ sorunlu bir şehir olarak gösteriyordu.
RANT KAVGALARI İSTANBUL’U BİTİRDİ
Demokrat Parti’nin 1950 genel seçimlerinde iktidara gelmesiyle, İstanbul’un kapıları iyice açıldı. Çünkü, halk fakir ve işsizdi. İstanbul’da ise, çalışmak isteyenler için fabrikalar ve başka işler de vardı. Ancak, gelenler için oteller pahalıydı ve barınmaları için yer bulunamıyordu. İlk olarak, şimdi Gaziosmanpaşa sınırları içinde kalan “Taşlıtarla”da, daha sonra da Zeytinburnu ve Gültepe ile Çeliktepe’de “gecekondu”lar yapılmaya başlandı. Buralardaki araziler kamunun malıydı, ama o zamanın açıkgözleri parselleyip halkın gücüne göre satıyorlardı. Tapu yoktu ve zaten olamazdı. Gündüzleri zabıtanın denetiminden korkanlar, evlerini gece yaptıkları için adına “gecekondu” denmişti. Hoş, gündüz de yapsalar zabıtaya verdikleri 3-5 kuruşla, devletin arazileri böylece yağmalanabiliyordu.
Bu yağma ve düzensizliğe göz yumanlar, hatta çanak tutanlar, bugün yaşanan sorunların ve sıkıntının bir numaralı müsebbipleridir. Zaman içinde yapılan siyasî hesaplar, gelen bütün iktidarların bu düzensizliğe göz yummasına sebep olmuştur. Merhum Turgut Özal ise, bu başı bozukluğa ve vurguna adeta “tüy dikmiştir.” Çünkü, dağıttığı “tapu tahsis belgeleri ile, on binlerce hazine arazisini yağmacılara, adeta “peşkeş” çekmiştir. Buralara alt ve üst yapı hizmetleri götüren belediyeler, bu işgalleri meşrulaştırmış ve böylece teşvik etmiştir.
İşgal edildikten sonra tapulanan bu yerlerde yükselen binalar, vurguncuları ve rant peşinde koşanları zengin ederken, yeni “talan”lara yol açmıştır. İşte, gecekondu istismarı ve arazi rantları, İstanbul’un nüfusunu bugünlere taşımış ve şehri yaşanmaz hale getirmiştir.
BAŞBAKAN, ŞİMDİ TEDBİR
İSTEMEKTE HAKLI, AMA …
Geçtiğimiz günlerde, aynayı İstanbul’un sorunlarına tutan Başbakan, İstanbul’da sanki tek sorun “trafik”miş gibi, araç sayısının 2,5 milyondan 2 milyona indirilmesi gerektiğini söyledi. Gerçi, bu tartışmaya açık bir görüştü. Bu açıklamanın hemen ardından Belediye Başkanı Topbaş’ın, “Plaazaka tahdidi yapılsın ve ikinci arabadan vergi alınsın” teklifi ise, araç sayısını azaltmaz, aksine arttırabilir de. Çünkü, zenginler iki yerine üç, hatta daha fazla araç alabilecekleri gibi, bu defa “plaka rantçılığı” da olabilir. Ancak, Millî Eğitim Müdürlüğü’nü yürüttüğüm sırada, Büyükşehir Belediye Başkanlığına seçilen Erdoğan’ın, İstanbul’a verdiği önemli hizmetlere rağmen, bu konuda kalıcı hiçbir tedbir getirmediğini gördük. Ne var ki, Başbakan’ın bu çıkışı halkımızı ve özellikle bu ülkeyi ve bu şehri yönetenleri, bu konuda düşünmeleri hususunda önemli bir uyarıdır.
Nitekim, ilginç konuları tartışmaya açan ve iyi de yapan “medya,” bu konuyu şimdi işlemeye devam ediyor. Büyükşehir Belediye Başkanının da bu konuda bir komisyon oluşturduğunu ve sorunlara çare aramaya başladıklarını yine medyanın haberlerinden öğreniyoruz. Şimdi hemen belirtmeliyim ki, bir hafta sonra konu unutulacak, belirsizlik ve tedbirsizlik yine devam edip gidecektir. “Neden?” derseniz, kapıda bekleyen “İstanbul depremi” için, 8 yıldan beri hangi tedbir alındı ki?
TARTIŞMACILARIN VE BELEDİYE
BAŞKANININ HAYAL DÜNYASI
Belediye Başkanının açıklamalarını okuyup, televizyon tartışmalarını dinlerken, Selahattin Pınar’ın “Beyati” makamındaki şarkısı aklıma geliverdi. “Hayâl deryasına ben bazı bazı, dalmasam bir türlü, dalsam bir türlü…” diyordu güfteci. Tıpkı, İstanbul’un sorunlarını tartışanlar gibi.
Televizyon kanallarında konuyu tartışanlar, İstanbul’a giriş için “vize uygulaması”nı haklı olarak doğru bulmuyorlardı. 1988 yılında ziyaret ettiğim Çavuşesku’nun Romanya’sında, şehirden şehre gidişlerde vize uygulaması vardı ve bu halkın seyahat özgürlüğüne büyük bir engeldi. Zor alınan vizeler, halka tam bir zulümdü. Bu uygulamayı İstanbul’da yapmak isteyenler buna bir ölçü bulsa da, adil ve halkı rahatsız etmeyen bir uygulama asla yapılamayacaktır.
Tartışılan diğer konular ise, çare üretmekten çok, “İstanbul neden bu hale geldi?” sorusuna cevap aramaktı. Oysa, artık bunun sebeplerini tartışmak yerine çare üretmeleri gerekirken, onlar ‘hayâl deryası’nda yüzüyorlardı.
Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, “Evi ve işi olmayan İstanbul’a gelmesin” deyip, kestirip atıyordu. Doğru söylüyordu belki, ama gidişat belli iken uzun yıllar partisinin yönetimindeki İstanbul Belediyesi’nde, şimdiye kadar bu ve benzeri acaba hangi tedbiri almıştı? Bunu bilen yoktu. Üstelik, partisinin döneminde ve belediye bünyesinde kurulan inşaat şirketleri, yüz binlerce insanı konut sahibi yapmıştı. Girişim, ilk bakışta takdire şayandı, ancak yapılan her konut İstanbul’a yeni göçler getiriyor ve nüfus artışını teşvik ediyordu. Gerçi, bu konuda sadece Topbaş’ı sorumlu tutmak haksızlık olur. Çünkü, partisinden olmayan önceki belediye başkanları da, İstanbul’un kurtuluşu için sadece 6 Ekim’lerde yapılan törenlere katıldılar, ama şimdiki kurtuluşu için hiçbir şey yapmadılar ve aksini yaptılar. Yani, sözün kısası, İstanbul’u hep kurtarmak isteyenler batırdı.
O HALDE, UYGULANABİLİR
TEDBİRLER NELER OLABİLİR?
*Halen 30-35 yıllık, hatta daha eski arabalar trafikte olduğuna göre, meselâ 25 ve daha yaşlı arabaların plakaları iptal edilmelidir. Çünkü, araba edinmek, artık eskisi kadar zor değil, benzini alabilmek daha zordur.
* Vergi koymak, vergiyi arttırmak ve benzin fiyatlarını yükseltmek çare olamadığına göre, araç üretimi daha çok ihracat için yapılmalı, araba ithalatı ise sınırlandırılmalıdır.
* Şehrin, çok merkezi yerlerine girişler sınırlandırılarak, bir bedele ve kurala bağlanmalı, “toplu taşıma”ya mutlaka önem verilmeli ve arttırılmalıdır.
* Şehir içi ve çevre yollarında meydana gelip, ulaşımı büyük ölçüde aksatan ve halkın huzurunu kaçıran trafik kazalarının önlenmesi için gerekli tedbirler sür’atle alınmalıdır. Trafik kazasında ilk yapılacak iş “yolu açmak” olduğuna göre, kaza yapan araçların hemen çekilip, trafiği engellemesi önlenmelidir.
*Bir kültür simgesi haline gelen tarihî binalar korunmalı, yakılanların yerine inşaat izni verilmemelidir.
*İstanbul’a göçü teşvik eden yeni yapılanmalara ve gecekondu yapımlarına asla izin verilmemelidir. Ruhsatsız binaların yıkımından çekinilmemelidir.
*Kiralık olan konutlar ortadan kaldırılamayacağına göre, kirada oturanların değil, ama işi olmayanların İstanbul’da yaşamalarına (barınmalarına) imkân verilmemelidir.
*İstanbul’da oturanlar, sadece kontrol ve güvenlik amaçlı olarak “fişlenmeli,” yasalarla tanınmış özgürlüklere hiçbir sınırlama getirilmeden, takip edilmelidir.
*İstanbul’da “asayişe müessir” suç işleyenler, (bir ölçü gözetilerek) bir daha İstanbul’a sokulmamalıdır.
*Çerkezköy odaklı olarak Trakya’ya kurulan sanayi, Anadolu’dan buraya doğru önemli bir göçe sebep olurken, İstanbul’un nüfus artışına da önemli bir etken olmuştur. Trakya’daki sanayi tedricen azaltılmalı ve Anadolu’ya kaydırılmalıdır. Bu arada, İstanbul’daki sanayi gelişmeleri sınırlanmalı ve bu şehir artık bir “tarih ve kültür şehri” olmalıdır. İstanbul dışında yeni “cazibe merkezleri” oluşturulmalıdır.
* İstanbul’un örnek ve ortak bir kültürü olmalı, hiç kimse bunu bozmamalı ve kendi kültürüyle, örf ve âdetlerini burada yaşatmaya çalışmamalıdır.
Geride bıraktığımız günler içinde, her kafadan çeşitli seslerin yükseldiği görüldü. Ancak, uygulanma imkânı mümkün olabilen tekliflere pek rastlanamadı. Yukarıda sıralamaya çalıştığım tekliflere de “olmaz” denirse, depremi kapısında bekleyen İstanbullu’ya bundan sonra ve herhalde, “Bindik bir alâmete, gidiyoruz kıyamete” demek düşecektir.
|
Naci AKAY (E.) İstanbul Milli
24.01.2007
|