Türkiye AB sürecinde yol aldıkça, demokratikleşme reformlarına bağlı olarak kaybedecek çok şeyi olanların, tam bir gözü dönmüşlük içinde her türlü çılgınlığa tevessül edebilecekleri yolundaki endişelerimizi yıllardır bu köşede dile getiriyoruz.
Bu çerçevede bilhassa “ulusalcı” reflekslerle harekete geçen bazı kesimlerin “yeniden kuvayı milliye” adı altında örgütlendiklerini ve özellikle “azınlıklarla misyonerlere tepki” adına provokasyonlara yöneldiklerini de.
Hrant Dink’i hedef alan menfur suikastın arkaplanında bu tesbitlerle çizilen tablo var.
Ancak bu olayı tek bir faktöre bağlamak zor. Doğru da olmaz. İşin içinde, Dink’in suikast öncesinde dikkat çektiği üzere cumhurbaşkanlığı seçim süreci de olabilir; Ermeni soykırımı iddialarının ABD Kongresinde gündeme gelecek olması da, Irak meselesiyle ilgili gelişmeler de
Dink suikastının, akla gelen ve şimdilik gelmeyen pek çok faktör hesaba katılarak gerçekleştirilmiş, uluslararası nitelikte çok profesyonelce bir tertip ve tezgâh olması, son derece kuvvetli bir ihtimal.
Bu tertibin içe bakan boyutunda, Dink’in özellikle Sabiha Gökçen’in Ermeni kökenli olduğuna ilişkin belgeleri yayınlamasından sonra hedef seçildiği vâkıası dikkat çekiyor.
301’den yargılanması, yargı sürecinde ulusalcı kesimler tarafından “hain Ermeni” diye yaftalanıp “linç” girişimlerine maruz bırakılması ve hakkında verilen mahkûmiyet kararının Yargıtay Ceza Daireleri Genel Kurulunca onaylanması, bundan sonra oldu.
301’e istinaden ona yöneltilen suçlamalar bahaneydi. Zira o, bazan asıl meramını ifade etmekte zorlansa dahi, soykırım iddialarını bir kan dâvâsı mantığıyla takip eden fanatik Ermeni diasporasının bu tavrını reddeden ve bu yüzden onların dışladığı bir insandı.
Ermeni meselesinin Türkiye’deki Ermeni ve Türk toplumları arasında diyalogla çözülmesini ve Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin geliştirilmesini kararlılıkla savunuyordu.
Hasan Hüseyin Kemal kendisine Bediüzzaman’ın Münâzarat isimli eserinde Ermeniler için söylediklerini aktardığında, hissiyatını “Allah ondan razı olsun” diyerek dile getirmişti (Yeni Asya, 16.10.05). Çünkü bu yaklaşımın çözüme sağlayacağı paha biçilmez katkıyı daha duyar duymaz görmüştü.
301’den yargılanması sürerken yazdığımız bir yazıyı (Yeni Asya, 12.10.05), iki gün sonraki Agos gazetesinde iktibas etmiş; içinde Yeni Asya’nın da bulunduğu geniş bir yelpazeden aldığı desteği ise “Benim için inanılmaz bir servet, mutluluk ve umut verici” olarak nitelemişti (Tempo, 18.10.05).
Bu samimiyet ve kadirşinaslıktır ki, Dink’i, maruz kaldığı alçakça suikast sonrasında, toplumun neredeyse bütün kesimlerinin içtenlikle sahiplendiği bir “dostluk ve kardeşlik simgesi” olarak ortak hafızamıza nakşetti.
Eşinin katli sonrasında ilk tepkisini “Çocuklarımın hakkını bağışla yâ Rabbî” sözüyle dile getiren hanımı Rakel Dink başta olmak üzere ailesinin, Ermeni cemaatinin, bütün Türkiye’nin ve insanlığın başı sağ olsun...
21.01.2007
E-Posta:
[email protected]
|