Yenilenmek; hücrelerimizden uzuvlara, bitkilerden unsurlara, günlerden mevsimlere, yıldızlardan galaksilere kadar geçerli olan bir kanundur. Dünya ve kâinat da değişiyor. Her şeyi sık sık yeniliyoruz: Elbiselerimizi, ayakkabılarımızı, koltuklarımızı... İmkân buldukça da arabalarımızı ve evlerimizi yeniliyoruz. Hatta bilgilerimizi yeniliyoruz. Çünkü, yenilenmek mutlak bir ihtiyaç. Ne var ki, ruh/ve duygularımızın asıl yakıtı, dünya ile ahiretimizin huzur ve mutluluğunun yegâne teminatı olan imanımızı yenilemeyi ihmal ediyoruz!
Oysa, hem nefis, hem hevâ (nefsî arzuları), hem vehim, hem şeytan durmadan mü’minin imanını top ateşine tutuyorlar. Aynı zamanda şüphe ve vesveselerle çok gedikler açıyorlar. Hem insan bazen bilmeden inkârı çağrıştıran kelimeler kullanabilmektedir. Onun için, her vakit, her saat, hergün imanımızı yenilemeye ihtiyaç vardır.1
Diğer taraftan, her ne kadar rûh olarak bir ferd isek de çok yönlü ve değişkeniz. Zaman ve mekân kayıtları altında olduğumuzdan ömrümüzün seneleri, ayları, haftaları, hattâ saat ve dakikaları adedince her merhalede başka bir düşünceye girer, farklı cephelere geçer; değişik şahsiyetler kazanırız.
Peygamberimiz (asm), “Kul, çöl ortasında bulunan bir kuş tüyüne benzer ki, rüzgârlar mütemadiyen evirip çevirirler”2 hadîsiyle, insan kalbinin değişken ve her zaman tesir altında kalmaya müsait olduğuna işâret eder.
Midemize giren ekşimiş, kokuşmuş yiyecekleri; yanlış ilâçları temizlediğimiz gibi; kafa ve gönlümüze giren yanlış-bâtıl fikirler; boş, kof, eskimiş düşüncelerden de arınmalıyız. “Akıl, gadap, şeheviye” gibi sınırlandırılmamış temel duygu ve sâir lâtifelerimizin “ifrat ve tefriti” (aşırı uçları) da rûh ve psiko-fizyolojik yapımızı etkileyerek, her “ân” iç âlemimizde gedik ve yaralar açarak bizi başka bir kişiliğe sürükler. Duygularımız, melekî, nefsî, hayvânî ve nebâtî cephemiz de başkalaşır, halden hale, tavırdan tavıra girer. Diğer taraftan şüphe/şek ve zan, rûhumuzu, zihnimizi, mâneviyatımızı kemirir, zaafiyete uğratır. Yakîn-kesin bilgi ve tefekkür ise, cehaleti, şüphe ve vesveseleri yok eder; tahkikî, şuûrlu, gerçek imânı kazandırarak maddî-manevî tekâmülü/olgunlaşmayı sağlar. Bundan dolayıdır ki, yüce rehber Hz. Peygamber (asm),”‘Lâilâhe illallah’ diyerek imânınızı tazeleyiniz”3 tavsiyesinde bulunur.
İşte “Lâ ilâhe illallah, Muhammedürresûlullah” kudsî kelâmıyla arınır, yenilenir, aydınlanır; iç âlemimizi, düşünce ufkumuzu, hayatımızı aydınlatır, nurlandırırız. Ve zihnimize kodlanmış olan bu hakikatı tekrarlayarak değişen ve yenilenen hücrelerimize âdeta nakşederiz.
Dipnotlar:
1- Mektubat, s. 319; 2- İbn-i Mace, Mukaddime, 10.; 3- Müsned, 2:359; el-Münzirî, et-Terğîb ve’t-Terhîb, 2:415; Hâkim, el-Müstedrek, 4:256; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 1:52.
26.01.2007
E-Posta:
[email protected] [email protected]
|