John Donne’ın güzel bir sözü vardır. “Herhangi bir insanın ölümü beni de yaralar ey insanlar. Çünkü parçasıyım ben insanlığın. Sorma kimin için çalıyor çanlar. Ola ki senin içindir. Sana da tehlike var.” Evet haksız yere öldürülen her kim olursa olsun sanki ilk kurşun ve ilk darbe kendi canımıza gelmiş gibi. Neticede öldürülen hangi milletten ve hangi inançtan olursa olsun bizden biri. İnsan yani.
Üstelik Kur’ânda “Haksız yere birini öldüren tüm insanlığı öldürmüş gibidir” âyeti ebedî bir hakikat olarak orta yerde dururken, üzülmemek, esef etmemek elde değil. Unutmayalım ki bizden birine haksız yere bir Ermeni kökenli maşa suikastte bulunsaydı hangi tavır ve ruh hali içinde olacak idiysek, Hrant Dink ve çevresi de aynı halet-i ruhiyyeyi yaşamaktadırlar. Acılarını paylaşıyoruz. Hrant Dink’in suikast sonucu öldürülmesi hepimizi üzdü. Dengeli, pozitif, iyi niyetli ve önyargısız bir kalemdi.
Aşağı yukarı tam bir sene önce, onunla ilgili, daha doğrusu Yeni Şafak’ta yayınlanan “Ne inkâr, ne ikrar” mesajlı röportajına bir haşiye babında iki yazı yazmıştım. Sayın Hrant Dink’in dikkatine antetli “Marife ve Nekre” başlıklı yazılardı bunlar. Anafikir olarak Bediüzzaman Said Nursî’nin ırkçılıkla ilgili bir âyet-i kerimeyi yorumlaması ve Ermenilerle ilgili sözlerini işlemiştim.
Yazımı okuyup okumadığını bilmiyorum, ancak daha sonra Bediüzzaman Hazretlerinin “Münazarat”ındaki Ermenilere yönelik fikirleri kendisine intikal edince takdirlerini belirttiğini yine gazetemiz Yeni Asya’dan öğrenmiştik. Olumlu ve peşin hükümlerden uzak duruşuna dair intibalarımız daha çok bu tavrından kaynaklandı.
Bir de Fransa başta olmak üzere Avrupa ülkelerinin bazılarında soykırımın kabûlü ve inkârı konusundaki parlamento görüşmelerine açıkça ve mertçe karşı durmasından ve “Bu yaklaşımın her iki millete faydası ne? Düşmanlıktan başka bir gelişmeye yol açmayacaktır” mealli sözleri üzerine kendisini daha bir takdir ettik.
Katilinin göstere göstere kaçması ve sanki “Gelin beni yakalayın” veya “Gelin onu yakalayın” tertipli bir senaryoyla yeme gelen kuş gibi yakalanması, hemen herkesin kafasında yeni tahliller oluşturdu. Kukla değil, kuklacı aranıyor şimdi.
Meşhur kurallardan biridir detektiflik mesleğinde. Maktulün katilini bulmak için yakın plandaki materyaller incelenmekle beraber daha çok şu soru üzerinde yoğunlaşılır: Cinayet en çok kimin işine yarar veya yarayacaktır? Evet bu noktadan yola çıkılırsa katil/ler’in kimliği daha kolay ve net tesbit edilebilir. Cinayet siyasî olduğu için elbette ki birkaç alternatifli düşünmek gerekiyor, ama temel yaklaşım budur. Yoksa Tay Aşkar kod adlı Ogün Samast’ın alaycı ve karşıyı saftirik yerine koyucu tavırlarla “Kafamı bozdu, direktman(!) vurdum abi” demesine kim inanır ki?
Meselenin özüne gelince en kısa çözüm, bir an önce olayların sebeplerini ortadan kaldırmak gerekir. Yani sivrisineklerle meşguliyet yerine bataklıkları kurutmak. Bu bataklıkların 301. maddeden, militarist siyaset anlayışına kadar bir çok ünitelerden oluştuğu zaten hemen herkesin malumu olmuştur. O halde katili ve katilleri bataklıklarda aramaya başlayalım.
Hrant Dink’in ailesine başsağlığı diliyorum.
25.01.2007
E-Posta:
[email protected]
|