Genel bir kaidedir: Derman hadden aşarsa, şifâ değil dert getirir.
Dünkü yazımızın ana teması da bu sağlıklı ölçüye dayanıyordu. Nitekim, okuyucularımız çoğu, asıl mesajı böyle anladı; tebrik ve duâsını esirgemedi.
Buna rağmen, bazı "internet okuyucuları"mız, bizi tenkit etmekten geri durmadılar.
Onlara göre, Hrant Dink'in cenazesinde seslendirilen "Hepimiz Ermeniyiz" sloganına "Eyvallah" demeli, bunu içimize sindirmeli, hatta buna sahip çıkmalıymışsız. Üstelik, böyle davranmakta hiçbir sakınca da yok imiş...
Efendiler, bu sizin görüşünüz.
Bize göre, böyle davranmakta büyük mahzurlar var.
En büyük mahzur, en başta verdiğimiz vecizenin mânâsında gizli.
Mazlum bir Ermeni'nin hukukunu savunmanın yolu "Hepimiz Ermeniyiz" demekten geçmez.
Hatta, böyle bir slogan, o hak ve hukuku aramanın yolunu daha da zorlaştırır. Zira, bu tür bir yaklaşım tarzı, hem var olan Ermeni düşmanlığını azdırır, hem de husumet tohumlarına yataklık eden "menfî milliyet" damarlarını depreştirir.
Zaten, en büyük zarar ve tehlike de oradan gelmiyor mu?
O halde, neden aksülamel meydana getirecek yöntemlere, yahut sloganlara meyledelim ki?
Bir başka husus, "Hepimiz Ermeniyiz" yaklaşımının, başka milliyetten (Türk, Kürt, Arap...) olan Müslümanlara çok, hatta hakaret derecesinde ağır geldiği gerçeğidir.
Bugün Ermeni deyince, aynı anda akla Hıristiyan gelir. Tıpkı, Yahudi deyince Musevî geldiği gibi...
Dolayısıyla, burada din ve milliyet aynı anda mevzubahis oluyor.
Bir insan zülme, baskıya, şiddete karşı çıkmak için, muvakkaten veya telaffuz şeklinde olsa bile, neden dininden yahut milliyetinden çıkma gereğini duysun? Ya da, bu değerleri neden hafife alacak bir yaklaşımı sergilesin?
İman ve itikat sahibi bir insan, kendi itikadınca "küfre temas eden" bir sözü asla söylememeli, bunu ağzıyla telaffuz etmemeli.
Efendim, maksat başkaymış; o sözler hakiki değil, mecazî anlamda kullanılmış imiş...
Bu mâzeret de kabul edilemez. Çünkü, tehlike kokuları saçıyor. Aynen, insanların ağzından çıkan "Tabiat yarattı", "İnsan yarattı", yahut "Sebepler icat etti" şeklindeki sözlerin "küfrü işmam" etmesi gibi...
Dinine samimâne bağlı bir mü'min, aynı zamanda vakar ve ciddiyet sahibidir. Temel ölçülerinden tâviz vermez.
Bugün "Hepimiz Ermeniyiz" tâvizini verirse, yarın da "Hepimiz Yahudiyiz" tâvizini vermek durumunda kalabilir.
Hatta, daha da tehlikeli bir durum söz konuzu: Meselâ, diyelim ki bugün bir Ermeni vatandaşımız sırf Ermeni olduğu için vurulduğu gibi, yarın bir Yahudi sırf Yahudi olduğu için, öbür gün bir Budist sırf Budist olduğu için, bir başka gün de bir ateist (A. Nesin gibi) sırf ateist olduğu için vurulması halinde, yine aynı ciddiyetsiz tavrı mı sergilemek lâzım?
Yani, o sakat mantığın kabul edilmesi halinde, meselâ Aziz Nesin gibi birisi benzer bir saldırı sonucu öldürülmesi halinde, o zaman da maazallah "Hepimiz Nesin'iz. Hepimiz ateistiz" diye mi sloganlar atılacak?
Sözün özü: Saldırıyı kınamak ve mazlumun hakkını savunmak başka, din, milliyet ve itikad gibi temel değerlerde başkalaşmak, yahut ötekileşme ciddiyetsizliği sergilemek büsbütün başkadır. Bu hassas ölçüye dikkat edilmediği takdirde, derman zannedilen şey, daha büyük dertlerin tetikleyicisi olur. Bizim dikkat çekmek istediğimiz can alıcı nokta budur.
GÜNÜN TARİHİ (25 Ocak 1878)
İngiliz filosu Çanakkale önlerinde
İngiltere, tarihe "93 Harbi" diye geçen 1877–78'deki Osmanlı–Rus Savaşının sonlarına gelindiği bugünlerde, Çanakkale önlerine bir filo göndererek, boğazdan İstanbul'a geçmek istediğini bildirdi. Ancak, Osmanlı hükümeti buna hemen izin vermedi. (Bu esnada, Ruslar Edirne'yi almış ve Çatalca önlerine kadar gelmiş, ayrıca İstanbul'a da göz dikmiş durumdaydı.)
İngilizlerin talebi, yaklaşan Rus tehlikesine karşı İstanbul'daki vatandaşlarını korumak ve Osmanlı hükümetinin himayesinde bulunan muhtelif menfaatlerini korumak gibi gerekçelere dayanıyordu.
Osmanlı hükümeti ise, İngilizlere güvenmiyor, onların bir fırsatını bulup en zayıf bir anda İstanbul'u işgal etmesinden endişe ediyordu. (Osmanlı, bu endişesinde haklıydı. Zira, aynı İngiliz bu gizli maksadını 40 yıl sonra açığa vurdu. 1918'de "ateşkes" adı altında gelmiş olduğu İstanbul'u 2–3 yıl müddetle resmen ve fiilen işgal etti.)
* * *
93 Harbi, altı asırlık Osmanlı tarihi boyunca, gerek servet, gerek toprak ve gerekse insan kaybı itibariyle yaşanmış olan en büyük felâkettir.
Başlangıçta, arkasına hemen bütün Avrupa devletlerinin desteğini alan Rusya, Osmanlı üzerine iki koldan saldırıya geçti: Kafkasya ve Balkanlardan...
Osmanlı, her iki cephede de büyük kayıplar veriyor ve adım adım geriye çekiliyordu. Balkanlarda büyük kahramanlık destanı yazan Gazi Osman Paşa ile Kafkaslar'da aynı kahramanlığı sergileyen Gazi Ahmet Muhtar Paşa, gereken yardım ve desteği alamayıp çaresiz kaldıkları için, neticede onlar da acı mağlubiyeti tatmak zorunda kaldılar.
İşte bu fecî mağlubiyetin sonlarına doğru gelindiği günlerde, başta İngiltere olmak üzere Avrupa devletlerinin çoğu yön değiştrerek Rusya'nın bir yerde durdurulmasını ister hale geldi.
Bu vasatı değerlendirmek isteyen İngiltere, Çanakkale önlerine bir deniz filosu gönderek, hem İstanbul'a yaklaşan Rus tehlikesini uzaklaştırmak, hem de muhtemel bir Rus işgalinde vatandaşlarını ve menfaatlerini korumak gerekçesiyle, İstanbul limanlarına geçiş izni istedi.
Başlangıçta bunu şiddetle reddeden Osmanlı hükümeti, daha sonra yapılan ve "işgal riski" taşımayan bir anlaşma çerçevesinde, İngilizlerin İstanbul'a kısmî geçiş yapmasına izin verdi. Savaşın bu şekilde genişleme kaydetmesinin ardından, şu önemli gelişmeler yaşandı:
* Sultan II. Abdulhamid, bir müddet önce ilân edilmiş olan I. Meşrutiyeti anayasasıyla birlikte askıya aldı. Aynı zamanda Meclis'i de feshetti. (Bu hal, tam 30 sene devam etti.)
* Ruslarla "Edirne Mütarekesi" (31 Ocak 1878) imzalandı. Ruslarla Ayastafanos (Yeşilköy) Atlaşması imzalandı.
* Osmanlı, Rusya ve Avrupa Devleriyle Berlin Antlaşmasını imzaladı. Bu son iki antlaşmanın şartları içinde, "Ermeni meselesi" tarihte ilk kez olmak üzere uluslararası platformlara taşınmış oldu.
* 24 Nisan 1877’de başlayan 93 Harbi, 1 Mart 1878'de sona ermiş oldu. On üç ay işgal altında tutulan Edirne ise, 13 Mart 1879 günü tekrar geri alındı.
* İstanbul üzerindeki emellerine ulaşamayan İngiltere, bu kez Kıbrıs' a yöneldi. Donanmasını "himaye maksadı"yla adaya gönderdi. Ardından, burayı adım adım Osmanlı'nın elinden çıkartıp Rumlara peşkeş etmeye yöneldi. Kıbrıs meselesi, o gün bugündür Türkiye'nin başını ağrıtmaya devam ediyor.
25.01.2007
E-Posta:
[email protected]
|