İstanbul’da Türkçe-Ermenice olarak yayınlanan Agos gazetesi Genel Yayın Yönetmeni ve yazarı Hrant Dink’i öldürdüğü belirlenen kişi, kısa zamanda yakalandı. Zanlının yakalanması elbette çok önemli bir gelişme, ancak bu yakalama; cinayetin işlenme maksadını ve asıl hedefini açıklamaya yetecek mi?
“Katil zanlısı”yla ilgili yetkililerin açıkladığı bilgilere bakılırsa, ‘Biz bu filmi daha önce de görmüştük’ demek mümkün. Şu anlamda: Zanlı; anne babası ayrı yaşayan, çevresinde problemleri ile bilinen ‘çocuk’ yaşta biri. Bu yönüyle geçen yıllarda Trabzon’da işlenen ‘papaz’ cinayetini de hatırlatıyor. O hadisede de ‘katil’ anne babası ayrılmış, ‘problemli bir aile’nin çocuğu olarak karşımıza çıkmıştı.
“Katil zanlısı”nın yakalanması üzerine yapılan bazı yorumlarda, Türkiye’de ‘kiralık katil’ bulmanın kolay olduğundan bahisle şöyle denilmiş: “Türkiye öyle bir ülke oldu ki, birini öldürmek istiyorsanız gözü kara ve aç-işsiz birini bulmanız yeterlidir. Amatörse verin ona örneğin 20 milyar, büyük olasılıkla amaca ulaşırsınız. Profesyonel ise tarife yükselir.” (Emin Çölaşan, 21 Ocak 2007)
Bu ve benzeri yorumlara sadece gazetelerde değil, halk arasındaki konuşmalarda da rastlamak mümkün. Maalesef Türkiye böyle bir çıkmaza sürüklendi, sürüklenmek üzere. Peki, bu duruma nasıl geldik? Daha da önemlisi ‘kolay kiralık katil bulunabilen yer’ olmaktan nasıl kurtulabiliriz? Asıl araştırılması ve üzerinde düşünülmesi gereken konu bu değil midir?
Yaşanan örneklerden yola çıkarsak, gençlerin çıkmaz sokaklara sürüklenmesi sadece aç-işsiz olmalarıyla açıklanamaz. Elbette aç-açık-işsiz olmak, böyle çıkmazlara sürüklenmek için birer sebeptir; ancak tek sebep bu değildir. Başkaları başka çareler sunabilir, gerçek çare herkesin kalbine bir ‘yasakçı’ koyabilmektir.
“Yine işi din eğitimine getirdiniz” diyenler olabilir. Ne yazık ki, hayatın gerçekleri böyle. Başka hangi yol ve metodla, gençlerin ve insanların kalplerine ‘yasakçı’ koyabiliriz? Bu yöndeki tekliflere karşı çıkanlar, ‘batıl formüller’le bu işlerin olmayacağını ve olamayacağını görmüyor mu?
Bir adım daha ileri gidelim: “Kolay katil bulunan ülke” olmaktan çıkmak için, daha başa dönmeli ve önce aileleri sağlam hale getirmeliyiz. Herkes bilir ki, ailelerin boşanması sonucu ortada kalan ve hayatın zorlukları karşısında bocalayan çocuklar, gençler tehlikeli yollara daha kolay sapabilirler. “Yeteri kadar dinî eğitim almış, ‘doğru İslâmı ve İslâmiyete lâyık doğruluğu’ öğrenmiş, helâl süt emmiş ve kalbine Allah korkusu yerleştirilmiş” gençlerin bu tuzaklara düşmesi çok düşük bir ihtimaldir. O halde, tecrübe ile sabit olan bu gerçeklere yönelmemiz gerekmez mi?
Katil zanlılarını yakalamak elbette önemlidir, ama hepsinden önemlisi ‘katil yetiştirmemek’ değil midir? Bu konuya ne kadar ağırlık verilirse, o kadar hakkı var.
Unutulan ya da unutturulan bir konu daha var: Gençlerin bu şekilde saldırgan olmalarında medyanın; özellikle de ‘vurdulu-kırdılı’ film, dizi ve oyunların rolü/payı nedir? İnsan öldürmeyi ‘sıradan,’ daha doğrusu ‘haklı’ bir şey gibi gösteren ‘vadi’lerin suç patlamalarında payı yok mudur? Nitekim, yönetmen Derviş Zaim, gazeteci Hrant Dink’in öldürülmesine ilişkin, ‘’‘İnsanların şiddeti kutsayan filmler yapmasının, bu tip mantalitenin büyümesinde, bu tetiği çekenlerde etkisi var mıdır?’ diye sormamız gerekiyor’’ demiş. (AA, 20 Ocak 2007)
İşin özü burada. Hem rüzgâr ekip hem de ‘Bu fırtına nereden çıktı?’ demeye hakkımız olabilir mi? Rüzgâr ekmekten vazgeçelim...
22.01.2007
E-Posta:
[email protected]
|