Laik eğitim de İslâmî eğitim de sığlıktan muzdarip. Bunun temel nedeni de hız çağının getirdiği indirgemeciliktir. Zamanda hız, mekânda dürülme yani eskilerin tayy-ı zaman ve tayy-ı mekân dedikleri halin toplumsal alana taşınması birçok pürüzü de beraberinde getirdi. Birbirimizi anlamamamızın temel sebebi yeteri kadar derinlikten mahrum ve yoksun oluşumuzdur.
Sığlık gelince toplumsal sağlık gidiyor. Hız çağı da ister istemez sığlığı ve sağlıksızlığı beraberinde getiriyor. Bu anlamda, eğitim eğitimi öldürüyor. Genç zihinler gereksiz bilgilerle donatılarak maddî ve manevî olarak köreltiliyor. Hem dinî, hem de laik eğitim süreçlerinde manevî derinlik ihmal ediliyor.
Biz derinliği değil, yüzeyselliği tartışıyoruz. Daha doğrusu dinî bilgiler dahi derinliksiz bir şekilde veriliyor. Bunların sonucu olarak bencillik kültürü egemen oluyor. Bencillik kültürünün çeşitli katmanlardaki türevleri ve dışa vurumları var. Laik bağlamda tarafgirlik, milliyetçilik, dinî bağlamda sekterizm veya mezhepçilik gibi. Dinî kesimlerde mezhebî asabiyet, laik kesimlerde de rahatlıkla doktrinel asabiyete dönüşebiliyor. Dolayısıyla herkes tarafgirlikle hakikatı değil, kendi maddî veya manevî çıkarlarını önceliyor veya gözetiyor. Böylece müşterek zemini baltalıyoruz. Halbuki bu müşterek zemin zenginliğimizdir.
Hrant Dink böyle bir sığ kültür ortamının ve atmosferinin kurbanı olmuştur. Tarafgir de anti tarafgirde sığlıktan muzdarip. Bu bağlamda aslında ‘Ben de aleviyim’ türünde Dink’in öldüğü günü kendini Ermeni ilân edenler de bu basitliğe âlet olanlar arasında yer alıyorlar. Keşke karşılıklı bu ilânlarla birlikte meseleyi çözebilsek. Bir aklı evvel Hrant Dink’i Türk bayrağına saralım diyor. Birisi ‘Bugün benim de Ermeniliğim tuttu’ diye devamını getiriyor. Keşke bu klişeler veya basit jestler durumu kurtarmaya yetse. Aslında sorunun bir parçası da bu tür davranışlar.
***
İfrat ve tefrit odakları toplumu kutuplaştırıyor. Burada sadece müfritlere veya ifrat ehline suç bulmak meseleyi basitleştirmektir. Asıl önemli olan ifrat ve tefritin ötesinde dengeyi yakalayabilmektir. İşte bizim talihsizliğimiz bu dengeyi yakalayamamaktır.
Toplumumuz ifrat ve tefrit sarkaçları arasında kutuplaşıyor. Diyalog ve hoşgörü bağlamında bile kavga ediyoruz. Nedeni, yine kanatlar arasındaki kutuplaşmadır. Burada sadece ifrat ehlini suçlamak, tefrit ehlini görmemek suçun yarısını görmemektir. Bundan dolayı her kavramın hakkını vermemiz lâzımdır. Hakikatı ancak derinleşerek bulabiliriz. Bu kolaycılığın da panzehiri ve aşılmasıdır. İfrat ve tefrit ise zarurî ve zorunlu olarak sığlığa çıkacak ve bizi oraya taşıyacaktır. Toplum da bu iki sığlık arasında gidip gelmektedir.
Dink cinayeti bu anlamda sığlık ve sağlıksızlığın cinayetidir. Sığlık ise toplumun büyük bir kesiminin hatta aydınlarının da maruz kaldığı bir hastalıktır. Yaşadığımız süreç toplumu her açıdan sağlıksız hale getirmiştir. Türk toplumunun yüzde 30’unun her açıdan sağlıklı olmadığı söyleniyor. Bu diğer toplumlar için de böyledir.
Toplum sağlığı tehlike altında bulunuyor. Sosyal çözülmeyle bu daha da artacaktır. Mankenin birisi anoreksiyanın nedenini bile ailede ve sosyal çözülmede buluyor. Cinnet halini besleyen toplumun bu sığlığıdır, tetikleyen de birikmiş meseleler ve bu meseleler etrafında ifrat ve tefrit ehlinin kavgası ve insanları kutuplaştırmasıdır. Yerli yersiz konuşmalar veya yerli yersiz dâvâlar, fetvalar anarşi ortamını körüklüyor ve kartopu gibi birbirini beslemektedir. Ertuğrul Özkök’ün de ifade ettiği gibi bu meselelerde en korkunç olanın faillerin sıradan birisi yani toplumun sıradan üyeleri arasından çıkmasıdır. Örgüt olsa lokalize edilebilir. Sağlıksız bir toplumu nasıl lokalize edeceğiz ve toplumu patlatma kapasitesini barındıran suç eğilimini nasıl kontrol altında tutabileceğiz?
***
Toplum sığlaştıkca âkil adamlar da kenara çekilmekte. Veya nesilleri tükenmektedir. Kalan son kelaynaklara da itibar ve rağbet edilmemektedir. Kitle iletişim (imha da denebilir) araçlarının artması ve bunun getirdiği hız çağıyla birlikte masumiyetin son kırıntıları da bitti. Hayatımızdaki hikmetin kaybolması oranında tadımız tuzumuz da kalmadı. Örnek ve ideal alınacak ilişkiler yok. Herkes kendi çıkarına odaklanmış durumda. Derin kültürden yoksun bu toplumların eninde sonunda düşeceği çukur, kabaca, taklit ve özenti bataklığıdır. Hiçliktir.
Hadd-i vasatı kaybettiğimiz için herşey isyan halinde. Anasır-ı erbaanın birleşmesi sonucu mevsimler birleşti. Mevsimlerin birleşmesi sonunda kıt'aları birleşmeye götürecek. Bütün denge altüst olacak. İnsanların sorumsuzlukları yüzünden fizikî ve manevî kıyametimiz giderek yaklaşıyor. Andrea Santoro’dan sonra şimdi neden Trabzon sorusu soruluyor? Pekalâ, Akyazı, Bozüyük de olabilirdi. Ne fark eder! Ogün Samast “Cumadan çıktım ve Ermeniyi vurdum”’ demiş. Bazıları hap kullandığını ve esrar içtiğini de söylüyor. Tetiği Cumadan sonra çekmesi dindarlığını değil, olsa olsa dini sığ sularda soluduğunu gösterir. ‘Cuma namazından çıktım ve vurdum’ ifadesi olsa olsa onun camiden çıkan yanlış bir adam olduğunu ortaya koyar vesselâm.
Dink’in katili topyekûn sığlık ve masumiyetin yitirilişinde yani hiçlik modunda ve felsefesindedir...
22.01.2007
E-Posta:
[email protected]
|